8 Soru : Peki; Sümüğü Akan, Ossuran, Sıçan, Kokan, Hastalanan Bu İnsana Bakıp ''Ne Güzel Yaratmış Bizi Yaradan'' Diyen Sizler Normal Misiniz?

Yani İnsan Bu Kadar Eşrefi Mahlukat Yaratılmışken Neden Ona Bu Gibi Acziyetler Nakıslıklar Verilmiş ? Ne Yazık ki Bu Soruyu Anlayamamış Ateist Ve Deistler Burada ki Öyle Büyük Bir Hikmet Ve Azim Bir Sırrı Anlayamamışlar. Allah’ın Bize Değer Verdiği İçin Yaratılışta Bize Verilen Bu Zahiren Acizlik Batınen Büyük Bir Ölçütü Anlatmasına Rağmen İnanmadıkları İçin Bu Hakikate Kör Kalmış Görememiş Anlayıp Fehmedememişler… Hakikatten Uzak Batıl Kuyularında Ne Yazık ki Boğulup Gitmişler…

Yüce Allah İnsanı En Mükemmel Şekilde Yaratmış Ve Birçok Üstün Özellikler Vermiştir. Yaratılmış Canlılar İçerisinde Yalnızca İnsan Düşünme, Karar Alma, Düşündüğünü Uygulayabilme, Plan Yapma, Sonuç Çıkarma Gibi Üstün Zihinsel Fonksiyonlara Sahiptir.

İnsan Bedeninde, İnsanın Hiçbir Rolü Olmadan İşleyen, Kendi Kendini Koruyan, İyileştiren Ve Hiç Şaşmadan Çalışan Kalp ,Karaciğer, Böbrek Ve Kan Gibi Hayranlık Verici Muhteşem Sistemler Vardır. Tüm Bu Olağanüstü Sistemler, Allah’ın Kontrolündedir Ve Kusursuz Bir Düzenle İşler. Bedenimizdeki Üstün Mekanizmalara Dair Her Bilgi, Allah'ın Üstün Gücünü, Sonsuz Aklını, Eşsiz Sanatını Ve Kavramaya Güç Yetiremediğimiz İlmini Kanıtlayan Birer Yaratılış Delilidir. "Allah, Yeryüzünü Sizin İçin Bir Karar, Gökyüzünü Bir Bina Kıldı; Sizi Suretlendirdi, Suretinizi De En Güzel (Bir Biçim Ve İncelikte) Kıldı Ve Size Güzel-Temiz Şeylerden Rızık Verdi..." (Mümin Suresi, 64. Ayeti Kerimede) Demiştir.

Ancak, Bu Denli Üstünlükleri Bulunduğu Halde; Neden Korunma İhtiyacında, Aciz Bir Bedene Sahibiz? Neden Gözle Görülemeyecek Kadar Küçük Mikrop Ve Virüsler Bedenimize Zarar Verebiliyor? Neden Yaşamımız Süresince Sürekli Bedenimizi Temizlemek, Ona Bakım Yapmak Zorundayız? Ve Neden Bedenimiz Zamanla Yıpranıp, Yaşlanıyor? Şimdi Bunu Birkaç Cihetle İnceleyip Akla Yaklaştıracak Şekilde İzah Edelim İnşaAllah…

Tüm Bu Sayılanların Her Biri Belirli Bir Amaca Göre Özel Olarak Yaratılmıştır. Allah İnsana Acizliğini Hatırlatacak Her Detayı Özel Olarak Var Etmiştir. Kuran’da Bu Özel Yaratılış, "...İnsan Zayıf Olarak Yaratılmıştır" Ayetiyle Haber Verilir. Bu Özel Yaratılış, İnsanın Acizliğinin, Kulluğunun Ve Dünyadaki Her Şeyin Geçici Olduğunun Farkına Varabilmesi Amacını Taşır.Kibirlenip Benlik Duygusunun Kabarmaması Kendini İlah Edinmemesi İçin Verilmiş Aynı Zamanda da Allah’ı Bulmak İçin Kullanılan Bir Ölçü Birimidir !

İnsan Ne Zaman  Doğacağını Nerede Öleceğini Belirleyemez Ve Bilemez (Fakat Cüzzi İradesi İle Çendan Kendisini Öldürme İntihar Etme İmkanı Verilse de Taktir Etmedikçe Cenabı Hak Ölmez. İntihar Etmek İsteyip Ölmeyenler Çoktur. Yaşamak Yazıldı İse Kendisine Pipetten Yer İçer Duruma Düşer Ama Gene de Allah Onu Muvakkaten Belirlediği Taktir Ettiği Güne kadar Yaşatabilir. ). Yaşadığı Sürece Başına Gelebilecek Hiçbir Olay Konusunda Da Bir Bilgisi Yoktur. Hiç Ummadığı Bir Anda Tüm Hayatını Değiştirebilecek Olaylar Yaşayabilir Ve Hiçbirini Kontrol Edemez. Yalnızca Tedbir Alabilir, Ancak Aldığı Tedbirler De Onu Koruyamayabilir.

Her An Bedenine Bir Virüs Girip, Kişiyi Yatağa Düşürebilir, Hatta Ölümüne Sebep Olabilir. Hastalıklar İnsana Acizliğini Ve Allah’a Ne Denli Muhtaç Olduğunu Hatırlatır. Mikroskobik Bir Virüsün Kendi Bedeni Üzerinde Meydana Getirdiği Zayıflığa Engel Olamayan İnsan, Böyle Anlarda Yüce Allah Karşısındaki Acizliğini Hatırlar Ve Şifa Verecek Olan Şafi Allah'a Yönelir, O’na Sığınır.

Allah İnsanlara Sayılamayacak Kadar Fazla Nimet Verir. Her Organı Mükemmel Çalışır, Nefes Alır, Kalbi Durmaksızın Yaşamı İçin Gerekli Olan Kanı Pompalar. Ve Bunların Hiçbirinin İşleyişinde İnsanın Bir Etkisi Yoktur. Bedenindeki Solunum, Sindirim, Dolaşım, Savunma Gibi Mucizevi Sistemleri Allah Sonsuz Gücüyle İdare Eder.

Bu Kadar Güzel Surette Ve En Mükemmel Sistemlerle Yaratılmış Olan İnsanın Bedeni Et Ve Yağ Gibi Bozulabilen Maddelerden Oluşur. Eğer İnsan Zırh Gibi Sağlam Bir Bedene Sahip Olsaydı, O Zaman Virüs Ya Da Mikrop, Sıcak, Soğuk Ya Da Herhangi Bir Darbe Bu Zırhı Geçerek Zarar Veremeyecekti. Oysa Et Ve Yağ Açıkta Bırakıldığında Birkaç Saat İçinde Kokan, Bozulan Maddelerdir. İşte, Birçok İnsanın Özellikleri Nedeniyle Gururlandığı, Gösteriş Yaptığı Bedeni, Gerçekte En Büyük Acizliklerden Birine Sahiptir.

 

Dünya Üzerinde Temizlenmediğinde Kokmayan, Acıkmayan, Susamayan, Hastalanmayan Ve Ölmeyen Hiçbir İnsan Yoktur. Her Şeye Güç Yetiren Rabbimiz Dileseydi Bunların Hiçbirini İnsanın Üzerinde Yaratmazdı. İnsanı Bütün Bu Eksikliklerden Münezzeh Yaratabilirdi. Bu Allah İçin Elbette Çok Kolaydır. Ancak Tüm Bu Eksiklikler Aslında, İnsanın Allah'a Ne Kadar Muhtaç Olduğunu, Acizliğini Hissettirmek Ve Dünyanın Ne Denli "Eksik Ve Kusurlu" Bir Yer Olduğunu Göstermek İçin Yaratılmıştır.

İnsan Bu Dünyada Ne Yaparsa Yapsın Gerçek Bir Tatmine Ulaşamayacaktır, Çünkü Sahip Olduğu Acizlikler Buna Engeldir. Bu Gerçeğin Bilincinde Olan İnsan, Dünyaya Körü Körüne Bağlanmaz, Gerçek Yurt Olan Ahirete, Kusursuz Yaratılmış Sonsuz Cennete Yönelir. Cennet, Eksikliğin Ve Fiziksel Acizliğin Olmadığı Bir Mekandır. Orada İnsan Arzulayacağı Her Şeye Sahip Olacak Ve Fiziksel Tüm Eksikliklerden Uzak Olacaktır.

Yaratılışımızdaki Eksikliklerin Hikmetleri Üzerinde Düşünmemiz, Geçici Ve Eksik Yaratılmış Bu Dünyaya Bağlanmak Yerine, Sonsuz Ahiret Yaşamı İçin Hazırlık Yapmamız Gereklidir. Yaratıcımıza Muhtaç Olduğumuzun Bilincinde Olarak… Ey İnsanlar, Siz Allah'a (Karşı Fakir Olan) Muhtaçlarsınız; Allah İse, Ganiy (Hiçbir Şeye İhtiyacı Olmayan)Dır, Hamid (Övülmeye Layık)Tır. (Fatır Suresi, 15)

İnsan, Üç Cihetle Allah’ın İsimlerine Ve Sıfatlarına Ayinedarlık Eder.

1. Zıtlar İtibariyle Ayinedarlık

İnsan, Kendisinde Bulunan Noksan Sıfatlar Ve Özellikler İle Allah’ın Eksiksiz Ve Mükemmel Olan İsim Ve Sıfatlarını Gösterir Ve Ayinedarlık Eder.

Nasıl Ki, Karanlık Işığa Bir Aynadır. Karanlık Ne Kadar Çok Olursa Işık Daha Çok Görünür. Aynen Öyle De: İnsan, Zayıflığı Ve Acizliği İle Her Şeye Gücü Yeten Allah’ın Kudretini Ve Kadîr İsmini Gösterir. Cehaleti İle Allah’ın Her Şeyi Kuşatan İlmini Ve Alîm İsmini Gösterir. Fakirliği İle Cenab-ı Hakk’ın Nihayetsiz Zenginliğine Ve Ganîy İsmine Ayinedarlık Ettiği Gibi; Nihayetsiz İhtiyaçları İle De Hiçbir Şeye Muhtaç Olmayan Samed İsmine Ayinedarlık Eder.

            Nihayetsiz Acizliği Ve Zayıflığıyla, Hadsiz Korku Ve Endişelerine Karşı Bir Dayanak Noktası Arar. Bu Şekilde İnsanın Vicdanı, Allah’a Ulaşır. Yine Nihayetsiz Fakirliğinde, Nihayetsiz İhtiyaçları İçinde Nihayetsiz Gayelerine Ulaşmak İçin Bir Yardım Noktası Aramağa Mecburdur. Bundan Dolayı İnsanın Vicdanı Daima, Çok Merhametli Olan Allah’ın Dergâhına Dayanır, Dua İle El Açar. Bunun Gibi İnsan, Allah’ın Pek Çok İsim Ve Sıfatlarına Zıtlar İtibariyle Ayinedarlık Eder.

2. Numuneler İtibariyle Ayinedarlık

İnsana Verilen Örnek Ve Numunelerle Allah’a Ayna Olmaktır. Meselâ: Ben Nasıl Bu Evi Yaptım Ve Yapmasını Biliyorum Ve Görüyorum Ve Onun Sahibiyim Ve İdare Ediyorum. Öyle De Şu Koca Kâinat Sarayının Bir Ustası Var. O Usta Onu Bilir, Görür, Yapar, İdare Eder.

Yani İnsan Kendisinde Bulunan Cüzi Ve Sınırlı İlmiyle Allah’ın Her Şeyi Kuşatan İlmini Ve Alîm İsmini Gösterir.  Azıcık Kudretiyle, Allah’ın Sonsuz Kudretine Ve Kadîr İsmine Aynalık Eder. Yine Sınırlı Görmesiyle Cenab-I Hakk’ın Sınırsız Görmesine Ve Basîr İsmine Aynalık Eder. Sınırlı İşitmesi İle De Allah’ın Sınırsız İşitmesini Ve Semî’ İsmini Gösterir. Ve Onu Anlar. Melekler Açlık Nedir Bilmezler Bu Nedenle de Açlıkla İlgili Fikirleri Yoktur. Ama İnsan Acıkmak Gibi Bir Acizliğe Sahiptir ki Bu Ölçüyü Kullanarak Açlık Ve Nimetin Ne Demek Olduğunu Bilir. Açlığı İle Acizliğini Görüp, Fakirliğini Görüp Kendini İlah Yerine Koyup Kibirlenmez. Nihayetsiz (Sınırsız) Acizliği İle Yedirilip İçirildiğini Görür Allah’ını Bulur. Nimet İle Onun Nasıl Yaratıldığını Görür Nasıl Önüne Geldiğini Görür Ve Nimetin Kıymetini ve Şükrünü Bilip Ona Hususi Olan Tefekkürlerini Yaparak O İlme Sahip Olup Meleklerinde Önünde Bir Kutsi Şükür Zikri Mertebesine Çıkar !... Yoksa Kibirli Olan Biz İnsanlar Uyanınca Hamdolsun Güneş Doğdu Hamdolsun Uyandım Hamdolsun Bugün Görüyorum Hamdolsun İşitiyor Kokluyorum Demez! Ta ki Bir Acizlik Bir Sıkıntı Yaşasın !  

Bunlar Gibi İnsan, Kendisinde Bulunan Cüz’i Ve Sınırlı Özelliklerden Yola Çıkarak Allah’ın Nihayetsiz İsim Ve Sıfatlarına Ulaşır.

3. İsimlerin Nakışları İle Ayinedarlık

İnsan, Allah’ın İsimlerinin Nakışlarını Göstererek Aynadarlık Eder. İnsanda, Rabbimizin Yetmişten Fazla İsimlerinin Nakışları Görünür.

Meselâ: Yaradılışı İtibariyle, Yoktan Var Edilmesi İle Hâlık İsmine Ayinedarlık Ederken Sanatlı Yaratılmasıyla Da Sânî' İsmine Aynalık Eder. İnsana Güzel Bir Şekil Verilmesiyle Ve Süslenmesiyle Musavvir Ve Müzeyyin İsimlerine Aynalık Eder. İkramlarla Kerim İsmine, Lütuflarla Latif İsmine Ve Güzel Bir Şekilde Terbiye Edilmesi İle De Rab İsimlerine Aynalık Eder. Bütün Organlarıyla Ve Kıymetli Cihazatlarıyla, Maneviyatıyla Ve Hissiyatıyla Ayrı Ayrı İsimlerin Ayrı Ayrı Nakışlarını Gösterir.

Nasıl Ki Allah’ın İsimlerinde Bir İsm-İ Azam (En Büyük İsim) Var. Öyle De, O İsimlerin Nakışlarında Dahi Bir Nakş-I Azam (En Büyük Nakış) Var Ki, O Da İnsandır. İşte Ey İnsan! Kendini Oku!!! Ve Nasıl En Güzel Bir Kıvamda Yaratıldığını  Ve Kime Aynalık Ettiğini Bil!

Ehadiyetin Yani (Vahid-Ehad) Arasındaki Fark Vahid, “Kemal Sıfatları Bütün Eşyayı İhata Eden, Kuşatan, Eşi Ve Benzeri Olmayan Bölünmez Ve Parçalanmaz Tek Zâtın” . Ehad İle, “Bütün Noksan Sıfatlardan Münezzeh Olan Yegâne Zât” Olduğunu İfade Eder. “Ehadiyet Zâtın Birliğidir, Vahidiyet İse Sıfatta Ortaklığı Red İçindir.” Canlılar İçerisinde İnsan, Ehadiyetin Özel Mazharıdır. Çünkü Her İnsan, Kâinatın Küçük Bir Misalidir. “Âlem Büyük Bir İnsan, İnsan Küçük Bir Âlemdir.”İnsanlar İçerisinde De Hz. Muhammed (Asm) Ehadiyetin En Has Muhatabıdır. İşte Ehadiyetin Esasları Olan İlim Ve Kudret Ve Hayat Ve Sem’ve Basar Gibi Manaların Tüm Numuneleri İnsanda Var, O Numuneler İle Onlara İşaret Eder. Meselâ Gözü Veren Zât, Hem Gözü Görür, Hem İnce Bir Mana Olan Gözün Gördüğünü Görür, Sonra Verir. Evet, Senin Gözüne Bir Gözlük Yapan Gözlükçü Usta, Göze Gözlüğün Yakıştığını Görür, Sonra Yapar. Hem Kulağı Veren Zât, Elbette O Kulağın İşittiklerini İşitir, Sonra Yapar, Verir. Sâir Sıfatlar Buna Kıyas Edilsin…

Hem Esmânın (Allahın Birbir İsminin ) Nakışları Ve Cilveleri İnsanda Var, Onlar İle O Kudsî Manalara Şehâdet Eder. Hem İnsan, Zaafıyla Ve Acziyle Ve Fakrıyla Ve Cehliyle Diğer Bir Tarzda Aynadarlık Edip; Yine Zaafına, Fakrına Merhamet Eden Ve Medet Veren Zâtın Kudretine, İlmine, İradesine Ve Hâkezâ.. Sâir Evsafına Şehâdet Eder. İşte Daire-İ Kesretin Müntehâsında Ve En Dağınık Cüz’iyatında, Sırr-I Vahdetle Binbir Esmâ-Yı İlâhiye, Zîhayat Denilen Küçücük Mektuplarda Temerküz Edip Açık Okunduğundan O Sâni-İ Hakîm, Zîhayat Nüshalarını Çok Teksir Ediyor. Ve Bilhassa Zîhayatlardan Küçüklerin Tâifelerini Pek Çok Tarzda Nüshalarını Teksir Eder Ve Her Tarafa Neşreder. 

Esma-İ Hüsnâ’nın, (Allahın Sıfatları Ve İsimleri) Varlıklar Üzerindeki Muhteşem Tecellilerini Okumaya Başladığımız Zaman, Bu Dünyaya Gönderiliş Sırrını Anlamış Ve Bu Şirin Gezegen Üzerinden Kâinat Kitabının Sayfalarını Okuyan Aziz Bir Misafir Olarak Rabbimizi Tanımaya, Marifetullah Ve Muhabbetullah Deryalarında Kulaç Atmaya Başlamışız Demektir. 

Soru : Neden Esmâ?

Âyet-İ Kerîmede, Bütün Güzel İsimlerin (Esmâ-İ Hüsnâ) Allah’a Âit Olduğu Beyan Buyurulur. Bir Başka Âyet-İ Kerîmede, “Onun İsimleriyle Adlandırılabilecek Başka Birisini Bilir Misin?” Buyurularak Bu Mânâ Teyid Edilir. Daha Başka Bir Âyet-İ Kerîmede De, Allah’a Ortak Koşanlar, İlâhlarına İsim Takmaya Çağrılır, Yani, “Allah’ın Güzel İsimleri Gibi Bir İsmi, Taptığınız Varlıklara Yakıştırabilecek Misiniz?” Şeklindeki Bir Meydan Okuma İle Karşı Karşıya Bırakılır.

Bir Hadîs-İ Şerifte İse, Allah’ın Doksan Dokuz İsmi Bulunduğu Bildirilmiş Ve Bu İsimleri Sayanlar Cennetle Müjdelenmiştir. Ancak Âlimler, Allah’ın İsimlerinin 99 Sayısı İle Sınırlı Olmadığını, Hadisteki Murâdın, “En Faziletli 99 İsim” Olarak Anlaşılması Gerektiğini Belirtmişlerdir. Nitekim Resulullah Efendimize (A.S.M.) Vahiyle Gelen Cevşenü’l-Kebîr’de, Allah’ın Bin Kadar İsmi Sayılmaktadır. Büyük Müfessir Fahreddin Razî İse, Allah’ın İsimlerinin Sonsuz Olduğunu Tefsîr-İ Kebîr’inde Bildirir.

Kur’ân Ve Hadîsin Bizi Allah’ın İsimlerini Öğrenmeye Teşvik Etmesi, Bize Yaratılış Sırrımızı Açıklayan “Ben İnsanları Ve Cinleri, Ancak Bana İbâdet Etsinler Diye Yarattım” Meâlindeki Âyet-İ Kerimenin Işığında Değerlendirilmelidir. “İnsanın Bu Dünyaya Gönderilmesinin Hikmeti Ve Gayesi Hâlık-I Kâinatı Tanımak Ve Ona Îmân Edip İbâdet Etmektir. Ve O İnsanın Vazife-İ Fıtratı Ve Fariza-İ Zimmeti, Mârifetullah Ve Îmân-I Billâhtır Ve İz’ân Ve Yakîn İle Vücudunu Ve Vahdetini Tasdik Etmektir.”

Bu Açıklamalar Bizi, Allah’a Îmân İle Beraber Gelen “Mârifetullah” Bahsine Getirmekte Ve Bunu, Yaratılış Ve Bu Dünyada Bulunuş Sebebimiz Olarak Önümüze Koymaktadır.

Gerçekten De, İnsanın Dünyaya Ayak Basışından Bu Yana Gelip Geçen Bütün Peygamberlerin Ve İndirilen Kitapların “Allah’a Îmân Edin” Çağrısına Karşılık, Beşer Aklında İlk Olarak Uyanan Şöyle Bir Sorudur:  Peki, Kimdir O Allah? Nasıl Bir Zâttır? Onu Nasıl Tanıyacağız?  İşte, Kur’ân’da Ve Hadîste Geçen Allah’ın İsimleri, Yani Esmâ-İ Hüsnâ, Bu Soruyu Cevaplandırmaktadır.

Şöyle Düşünelim: İnsan, Bütün Sevdikleriyle Beraber Darağacı Önünde İdam Sırasını Beklemekte İken, Âniden Meçhul Bir Kimsenin Lûtfuyla Hepsinin Birden Hayatının Bağışlandığını Öğrenecek Olsa, O Târif Edilmez Sevinçle Beraber Kalbinde İlk Olarak Uyanacak Duygu, Ona Ve Sevdiklerine Bu Lûtfu Yapanı Tanımak İştiyâkı Olacaktır.

İşte, Bu Kararsız Dünyada Ne Aradığını Bilemeyen, Bütün Sevdikleri Göz Önünde Birer Birer Yok Olup Giden, Kendisi De Onlarla Beraber Ebedî Bir Yokluğun Pençesine Düşmek Üzere Bulunan İnsan, Ebedî Bir Hayat Ve Ebedî Bir Saâdet Müjdesini Aldığı Zaman, Kendisine Bu Müjdeyi Göndereni Mutlaka Tanımak İster.

Kur’ân İse, İlk Sûresinin Başındaki Besmeleden, Son Sûresine Kadar, İnsana Rabbini Güzel İsimleriyle Tanıtır. İnsana Düşen, Artık Bu İsimleri Okumak, Öğrenmek, Mânâlarını Keşfetmek, O İsimlerin Târif Ve Tavsiflerindeki Mertebelerde Dolaşmak, Böylece Bütün Varlığını Dolduran Şükran Hislerini Sunabileceği Bir Yer Bulmuş Olmanın Sevinciyle Rabbi Hakkındaki Bilgisini Ve Mârifetini Arttırarak, Onu Sevmek Ve Kendini Ona Sevdirmeye Çalışmaktır.

Esmâyı Okutan Anahtar

Bir Kuşa İlk Baktığınızda, Onun Uçmak İçin Yaratıldığını Anlarsınız. Balığın Yüzmek, Koyunun Süt Vermek, Devenin Susuz Çöllerde Kumlara Batmadan Günlerce Yol Almak Üzere Yaratılmış Ve Bu Gayelere Uygun Âlet Ve Cihazlarla Donatılmış Olduğu Da İlk Bakışta Hemen Anlaşılır.

İnsanın Duygu Ve Kabiliyetleri İse, Bütünüyle Yukarıda Zikredilen Âyet-İ Kerîmeyi Tefsir Eder Mâhiyettedir. Eğer Bu Dünyaya, “Kâinattan Yaratıcısını Sormak Ve Öğrenmek Üzere” Bir Varlık Gönderilecekse, Bu Mutlaka İnsan Olacaktır. Çünkü Böyle Bir Vazife İçin Neye İhtiyacı Varsa, Hepsi, Sonsuza Varan Bir Kabiliyetle Ona Verilmiş Ve Öylece Gönderilmiştir.

Bunlardan Akıl, Beş Duyu, Konuşma Ve Anlama Kabiliyeti Gibi İlk Hatıra Gelenlerin Yanı Sıra, Ülfet Perdesi Altında Gözümüzden Kaçan Çok Önemli Bir Unsuru, Hattâ Bu Unsuru, “Biz Emâneti Göklere, Yere Ve Dağlara Teklif Ettik; Hepsi De Yüklenmekten Kaçındılar Ve Ondan Korktular. İnsan İse Onu Yüklendi” Meâlindeki Âyet-İ Kerîmede Geçen Emânet Deyiminin Bir Vechi Olarak Tefsir Eder. Bu, Ene Adıyla Bilinen “Benlik” Duygusundan Başka Bir Şey Değildir:

“Sâni-İ Hakîm, İnsanın Eline Emânet Olarak, Rubûbiyetinin Sıfât Ve Şuûnâtının Hakikatlerini Gösterecek, Tanıttıracak İşârât Ve Nümuneleri Câmi Bir Ene Vermiştir-Tâ Ki O Ene, Bir Vâhid-İ Kıyâsî (Kıyas Aracı ) Olup Evsâf-I Rubûbiyet (Yani Allah'ın Herbir Varlığa Yaratılış Gayelerine Ulaşmaları İçin Muhtaç Olduğu Şeyleri Vermesi, Onları Terbiye Edip İdaresi Ve Egemenliği Altında Bulundurması.)Ve Şuûnât-I Ulûhiyet (İlahı Olan Allahın Özellikleri) Bilinsin. Fakat Vâhid-i Kıyâsî, Bir Mevcud-u Hakikî Olmak Lâzım Değil. Belki Hendesedeki Farazî Hatlar Gibi, Farz Ve Tevehhümle Bir Vâhid-İ Kıyâsî Teşkil Edebilir. İlim Ve Tahakkukla Hakikî Vücudu Lâzım Değildir.”(Yani Paralel Ve Meridyenler Kullanılarak Dünya Ağırlık Birimi Kg Ve Uzunluk Biri mi Metre Gibi Ölçü Birimleri Kullanılarak Aslında Var Olmayan Kg Ve Metre Kullanılmak Sureti İle Eşit Ölçümler Yapıldığı Gibi İnsana Verilen Acizliklerde Rabbini Bulabilmesi İçin Bir Ölçü Birimidir ki Onun Binbir Esmasına Muhattap Olabilsin. ) 

“Sual: Niçin Cenâb-I Hakkın Sıfât Ve Esmâsının Mârifeti Enâniyete Bağlıdır?

El Cevap: Çünkü Mutlak Ve Muhît Bir Şeyin Hududu Ve Nihâyeti Olmadığı İçin, Ona Bir Şekil Verilmez Ve Üstüne Bir Suret Ve Bir Taayyün Vermek İçin Hükmedilmez, Mâhiyeti Ne Olduğu Anlaşılmaz. Ne Vakit Hakikî Veya Vehmî Bir Karanlık İle Bir Hat Çekilse, O Vakit Bilinir. İşte, Cenâb-I Hakkın İlim Ve Kudret, Hakîm Ve Rahîm Gibi Sıfât Ve Esmâsı Muhît, Hudutsuz, Şeriksiz Olduğu İçin, Onlara Hükmedilmez Ve Ne Oldukları Bilinmez Ve Hissolunmaz. Öyleyse, Hakikî Nihâyet Ve Hadleri Olmadığından, Farazî Ve Vehmî Bir Haddi Çizmek Lâzım Geliyor(Aynı Paralel Ve Meridyenler Gibi Dünyayı Uzay ve Coğrafya’ya Göre Bir Ölçüm Yapılabilsin.). 

Onu Da Enâniyet Yapar. Kendinde Bir Rubûbiyet-İ Mevhûme (Gerçekte Olmadığı Halde Varmış Gibi Kabul Edilen ), Bir Mâlikiyet, Bir Kudret, Bir İlim Tasavvur Eder, Bir Had Çizer. Onunla Allah’ın Muhît (Sınırsız Ve Kuşatan )Sıfatlarına Bir Hadd-i Mevhum (Yani Gerçekte Olmadığı Halde Var Sayılan Bir Sınır) Vaz’ Eder. “Buraya Kadar Benim, Ondan Sonra Onundur” Diye Bir Taksimat Yapar;

İşte İnsan Kendindeki Bu Acizlik Ve Nakıslık Ölçücükleriyle Onların Mâhiyetini Yavaş Yavaş Anlar. Meselâ, Daire-İ Mülkünde Mevhum Rubûbiyetiyle, Daire-İ Mümkinatta Hâlıkının Rubûbiyetini Anlar. Ve Zâhirî Mâlikiyetiyle Hâlıkının Hakikî Mâlikiyetini Fehmeder. Ve “Bu Hâneye Mâlik Olduğum Gibi, Hâlık Da Şu Kâinatın Mâlikidir” Der. Ve Cüz’î İlmiyle Onun İlmini Fehmeder. Ve Kisbî Sanatçığıyla O Sâni-İ Zülcelâlin İbdâ-I Sanatını Anlar. 

Meselâ, “Ben Şu Evi Nasıl Yaptım Ve Tanzim Ettim. Öyle De, Şu Dünya Hânesini Birisi Yapmış Ve Tanzim Etmiş” Der. Ve Hâkezâ, Bütün Sıfât Ve Şuûnât-I İlâhiyeyi Bir Derece Bildirecek, Gösterecek Binler Esrarlı Ahval Ve Sıfât Ve Hissiyat, Ene’de Acziyette Münderictir (Mevcuttur). Demek Ene, Âyine-Misâl Ve Vâhid-İ Kıyâsî Ve Âlet-İ İnkişaf Ve Mânâ-Yı Harfî Gibi, Mânâsı Kendinde Olmayan Ve Başkasının Mânâsını Gösteren, Vücud-U İnsâniyetin Kalın İpinden Şuurlu Bir Tel Ve Mâhiyet-İ Beşeriyenin Hullesinden İnce Bir İp Ve Şahsiyet-İ Âdemiyetin Kitabından Bir Eliftir.

Elinde Ene Gibi Bir Anahtarla Kâinatın Kapılarını Açan İnsan, Artık Duygularının Kendisine Getirdiği Bilgileri Yorumlayarak Rabbini Tanımaya Hazırdır. Ancak Bu, Soyut Düşüncenin Varabileceği En Son Noktadır. Ve Ancak İnsan Düşüncesi, İlim Ve Temrinle Böyle Bir Merhaleye Varabilecek Bir Kabiliyette Yaratılmıştır. Yeteri Kadar Gelişmiş Bir İnsanın Muhayyilesi, Kâinattaki Atomları Tek Tek Saymaya İhtiyaç Duymaksızın, Birtakım İlmî Hesaplamalarla 79 Sıfırlı Bir Rakamı Kullanabilir; Yahut Kâinatın Büyüklüğünü Anlamak İçin Galaksi Kümelerini Tek Tek Ziyaret Etmeyi Aklından Geçirmeden, Işık Yılını Ölçü Olarak Kullanabilir. 

Allah’ın Sıfat Ve İsimlerini Tanımak İçin İse Bundan Daha İleri Bir Tecrid Merhalesine Ulaşmış Bir Zihne İhtiyaç Vardır. Çünkü Kâinatın Atomları Da, Genişliği De Sınırlıdır; İlâhî İsimler Ve Sıfatlar Başta Zaman Ve Mekân Olmak Üzere, Akla Gelebilecek Her Türlü Sınırlamanın Üzerindedir. Ve Bu İsim Ve Sıfatlarda Allah’ın Hiçbir Ortağı Yahut Benzeri Yoktur. Bu İse, Onların Anlaşılmasını Bütünüyle İmkânsız Kılan Bir Durumdur. Öyleyse, Allah’ın İsim Ve Sıfatlarını Tanımak İçin, Önce Benlik Duygusunun Yardımına, Yani Kendi Sınırlı Kabiliyet Ve Faaliyetlerimizle Yapacağımız Karşılaştırmalara İhtiyaç Vardır. Bu Karşılaştırmalar İçin Konulacak Hayalî Ve Vehmî Sınırların Hiçbir Hakikati Olmadığını İse, Bir Müddet Sonra Yine O Duygu Bize Gösterecektir. Başka Bir Deyişle, Önceleri “Sobam Evimi Nasıl Isıtıyorsa Güneş De Dünyayı Öyle Isıtıyor” Diyeceğiz. Sonra, Yeryüzündeki Hidrojen Bombalarıyla Güneşteki Nükleer Faaliyetler Arasında Benzetmeler Kuracağız. Sonra Da, Güneşin Merkezindeki Sıcaklığın 15 Milyon Derece Civarında Bulunduğunu Hesaplayacağız. Gerçi 15 Milyon Derece Sıcaklığın Nasıl Bir Şey Olduğunu Hiçbir Zaman Tecrübe Edemeyeceğiz Ve Anlayamayacağız. Fakat Bu Konudaki Âcizliğimiz, Öyle Bir Güneşte Böyle Bir Sıcaklığın Bulunması Gerektiği Yolundaki Kesinleşmiş Bilgimizi Hiçbir Zaman Zedelemeyecektir. Çünkü Elimizde Bir Ölçü, Bir Vâhid-İ Kıyâsî Vardır Ve Kelvin Ölçeğine Göre Bu Sıcaklığı İfade Edebileceğimiz Bir Rakam Mevcuttur.

Elinde Ene Ölçeğiyle Kâinattan Rabbini Soran İnsan İse, Gerek Kâinatın Bütününde, Gerekse Büyük Küçük Her Bir Varlıkta, Bilhassa Canlı Varlıklarda Aradığı Soruların Cevabını Bulacak Ve Sonunda, “Bir Şahsiyet-İ İlâhiye, Bir Ehadiyet-İ Rabbâniye Ve Sıfât-I Seb’aca Mânevî Bir Sîmâ-İ Rahmânî Ve Temerküz-Ü Esmâî Ve ‘İyyâke Na’budu Ve İyyâke Nestaîn’deki Hitâba Muhâtap Olan Zâtın Bir Cilve-İ Taayyünü Ve Teşahhusu” İle Karşılaşacaktır. Yani, Şekil Ve Suretten Sonsuz Derecede Münezzeh Bulunan Zât-I Vâcibü’l-Vücudu, Varlıklarda Temerküz Eden İsimlerinin Ve Yedi Kudsî Sıfatının Meydana Getirdiği Bir “Mânevî Sîmâ” İle Tanıyacaktır:

Bu Tefekkürü Yakalayabilmek, Elbette Ki Kolay Değil; Sürekli Bir İlim Tahsiline Ve Her Gün, Her Vakit Tekrarlanacak Egzersizlere İhtiyaç Gösterir. “Bir Gün Çalışmazsam Aradaki Farkı Ben Anlarım; İki Gün Çalışmazsam Orkestra Şefi Anlar; Üç Gün Çalışmazsam Dinleyici Anlar” Diye Virtüözün Sanatındaki Hassasiyeti, Rabbini Tanımaya Müştak Bir Kul Da Mârifetullah Sahasında Göstermek Zorundadır. Fakat Bu Zorluğun Yanında, Cennetin Mânevî Lezzetleri De Vardır: Onun Tanımanın, Onunla Beraber Olmanın, Onun Bize Gösterdiğini Görüp Anlattığını Anlamanın, Ona Muhatap Olmanın, Her Yerde Her Zaman Onu Bulup Âlemlerin Rabbiyle Baş Başa Sohbet Etmenin Lezzeti…

“O Cüz’î Zîhayatlarda Pek Zâhir Bir Surette Anlaşılır Ki, Onun Sânii Onu Görür, Bilir, Dinler, İstediği Gibi Yapar. Âdetâ, O Zîhayatın Masnûiyeti Arkasında Muktedir, Muhtar, İşitici, Bilici, Görücü Bir Zâtın Mânevî Bir Teşahhusu, Bir Taayyünü Îmâna Görünür. 

“Ve Bilhassa, Zîhayattan İnsanın Mahlûkiyeti Arkasında, Gayet Âşikâr Bir Tarzda O Mânevî Teşahhus, O Kudsî Taayyün, Sırr-I Tevhid İle, Îmanla Müşahede Olunur. Çünkü O Teşahhus-U Ehadiyetin Esasları Olan İlim Ve Kudret Ve Hayat Ve Sem’ Ve Basar Gibi Mânâların Hem Nümuneleri İnsanda Var, O Nümunelerle Onlara İşaret Eder. Çünkü, Meselâ Gözü Veren Zât, Hem Gözü Görür, Hem İnce Bir Mânâ Olan Gözün Gördüğünü Görür, Sonra Verir. Evet, Senin Gözüne Bir Gözlük Yapan Gözlükçü Usta, Göze Gözlüğün Yakıştığını Görür, Sonra Yapar. Hem Kulağı Veren Zât, Elbette O Kulağın İşittiklerini İşitir, Sonra Yapar, Verir. Sâir Sıfatlar Buna Kıyas Edilsin. 

“Hem, Esmânın Nakışları Ve Cilveleri İnsanda Var; Onlarla O Kudsî Mânâlara Şehâdet Eder. 

“Hem İnsan Zaafıyla Ve Acziyle Ve Fakrıyla Ve Cehliyle Diğer Bir Tarzda Âyinedarlık Edip, Yine Zaafına, Fakrına Merhamet Eden Ve Medet Veren Zâtın Kudretine, İlmine, İradesine Ve Hâkezâ Sâir Evsâfına Şehâdet Eder. 

“İşte, Dâire-İ Kesretin Müntehâsında Ve En Dağınık Cüz’iyâtında, Sırr-I Vahdetle Bin Bir Esmâ-İ İlâhiye, Zîhayat Denilen Küçücük Mektuplarda Temerküz Edip Açık Okunduğundan, O Sâni-İ Hakîm Zîhayat Nüshalarını Çok Teksir Ediyor. Ve Bilhassa Zîhayatlardan Küçüklerin Tâifelerini Pek Çok Tarzda Nüshalarını Teksir Eder Ve Her Tarafa Neşreder.”9 

Netice Olarak Başta Naklettiğimiz, “Şecere-İ Hilkatin Meyveleri Olan Zîhayatta Bir Şahsiyet-İ İlâhiye, Bir Ehadiyet-İ Rabbâniye Ve Sıfât-I Seb’aca Mânevî Bir Sîmâ-İ Rahmânî Ve Temerküz-Ü Esmâî Ve ‘İyyâke Na’budu Ve İyyâke Nestaîn’deki Hitâba Muhâtap Olan Zâtın Bir Cilve-İ Taayyünü Ve Teşahhusu Tezâhür Eder” Hükmüne Ulaşmaktayız. Bu Hükme Varıncaya Kadar Katettiğimiz Merhaleleri Özetlersek:

1- Gözle Gördüğümüz Varlıkları Birer Eser Olarak Aldığımızda, O Eserin Ardındaki Fiili Görüyoruz. Fiili Teşhis Ettikten Sonra O Fiilin Ardındaki İsmi Okuyor, Sonra O İsmin Ardındaki Sıfatları Anlıyor, Sonra Sıfatların Ardındaki Şe’nlere Varıyor, Sonra Da O Fiil, İsim, Sıfat Ve Şuûnâtın Sahibi Olan Zât-I Zülcelâlin Varlık Ve Birliğini Ve Cemâl Ve Kemâlini Tasdik Etmiş Oluyoruz.

2- Fiiller Ve İsimler, Her Bir Varlıkta İç İçe Daireler Gibi Beraberce Tecellî Ettiğinden, Bunları Birbirinden Tecrid Ederek Değil, Bir Arada, Fakat Aradaki İncelikleri Ayırt Ederek Ve Tecelliyattaki Zenginliği Zevk Ederek İncelemek Gerekmektedir.

3- Esmâ-İ Hüsnânın Güzelliğini Ve Tecellîlerindeki Nihâyetsizliği Görebilmek İçin, Cüz’î Fiilleri Küllî Tecelliyat İçinde Ele Almalı, Yani Bir Varlıktaki Cüz’î Bir Tecellîyi, Kâinattaki Bütün Emsalleriyle Beraber Omuz Omuza Vermiş Şekilde Görecek Şekilde Bakış Açımızı Genişletmeliyiz.

4- Aynı Şekilde, Bir Eserdeki Bir Fiil, Aynı Eserde Ve Bütün Eserlerdeki İsim-Sıfat-Şuûnât Silsilesini De Bir Bütün Olarak Gözlerimizin Önüne Sermektedir.

5- Bundan Bir Adım Ötesi İse, Tek Bir Varlıktaki Tek Bir Fiilin Ardında Kâinattaki Bütün Fiilleri, Tek Bir Varlıktaki Bir Esmâ Tecellîsinin Ardında Bütün Kâinatı Kuşatan Bütün Esmâyı Birden Bulmaktır. Ana Hatlarıyla Ve Çok Kabaca Bu Beş Merhale İle Özetleyebileceğimiz Tefekkürü Yakalayabilen İnsan, Kâinatı Kur’ân’ın Işığında Bir Kitap Gibi Okuyan, Her Şeyde Rabbini Bütün İsim Ve Sıfatlarıyla Birlikte Bulan, Huzur-U Dâimînin Anahtarını Keşfetmiş, Kendisine Tevdi Edilen Emâneti Yeri Yerince Kullanıp “Ahsen-İ Takvim” Sırrına Erişerek Meleklere Üstünlüğünü Göstermiş, Rahmân’ın Nâdide Sanat Eserleriyle Süslü Şu Dünya Sergisine Seçkin Bir Dâvetli Olarak Ayak Basmakla Nasıl Bir Lûtfa Eriştiğini Anlayabilmiş İnsandır.

Bu Tefekkürü Yakalayabilmek, Elbette Ki Kolay Değil; Sürekli Bir İlim Tahsiline Ve Her Gün, Her Vakit Tekrarlanacak Egzersizlere İhtiyaç Gösterir. “Bir Gün Çalışmazsam Aradaki Farkı Ben Anlarım; İki Gün Çalışmazsam Orkestra Şefi Anlar; Üç Gün Çalışmazsam Dinleyici Anlar” Diye Virtüözün Sanatındaki Hassasiyeti, Rabbini Tanımaya Müştak Bir Kul Da Mârifetullah Sahasında Göstermek Zorundadır. Fakat Bu Zorluğun Yanında, Cennetin Mânevî Lezzetleri De Vardır: Onun Tanımanın, Onunla Beraber Olmanın, Onun Bize Gösterdiğini Görüp Anlattığını Anlamanın, Ona Muhatap Olmanın, Her Yerde Her Zaman Onu Bulup Âlemlerin Rabbiyle Baş Başa Sohbet Etmenin Lezzeti…

 

Dipnotlar:

1- En’am Sûresi, 180; Kehf Sûresi, 110; Tâhâ Sûresi, 8; Haşir Sûresi, 24.

2- Meryem Sûresi, 65.

3- Ra’d Sûresi, 33.

4- Tirmizî, Daavât: 83.

5- Zâriyât Sûresi, 56.

6- Bediüzzaman Said Nursî. Şualar, S. 84.

7- Ahzâb Sûresi, 72.

8- Bediüzzaman Said Nursî. Sözler, S. 503

9- Şuâlar, S. 9.