5.Soru; Kuran'a Göre Muhammed Yüzünü Ekşitmiş (Abese 1-2),
Muhammed'den Önceki Peygamberler Sabırlıymış (Enam 34), Muhammed
Kitapsız/İmansız Biriymiş (Şura 52), Muhammed Sapkınmış (Duha 7) ,Muhammed
Okuma/Yazma Bilmezmiş(Ankebut 48)..Tabi Bu Ayetlerde Muhammed Diye Değil De,O
Veya Sen Gibi Zamirlerle Bunlar Belirtiliyor.. Yüzünü Ekşiten,S abırsız,
İmansız, Sapkın Ve Okuma/Yazma Bilmeyen Birini; Allah'ın Son Peygamber Olarak
Seçmesi Komik Değil Mi? |
El Cevap : Bir
İlim de O İlmi İlgilendiren Dili İyi Bilmezseniz Araştırmış Olduğunuz O İlimin
Araştırma Konusu Hakkında Doğru Bir Sonuca Varamazsınız. Bir de Üzerine Üstlük
Kendi Dilinizi de Bilmiyorsanız Daha Büyük Yanlış Yaparsınız. Dillere Hakim
Değilseniz Kavramlara da Hakim Olamazsınız. O Zaman Doğru Sonuca Ulaşamazsınız.
Nasıl Bir Gömleğin İlk Düğmesini İliklerken Kaydırırsanız Sonunda İki Yakanız
Bir Araya Gelmeyecektir !... Aynen Öylede Burada ;
Kuran'a Göre
Muhammed Yüzünü Ekşitmiş (Abese 1-2) Demek Kati Bir Surette Dil Kayram Ve Bağlamla Sonuç İlişkisinin Ne Kadar
Yanlış Olduğunun Ne Denli Bir Cahilliği Gösterdiğinin Kati Bir İspatıdır !
Şöyle ki; Önce Ayeti Kerimenin Kırık
Manasını Verelim ;
Hz.
Peygamber Müşriklerin İleri Gelenlerinden Birine Dini Anlatırken Yanlarına
Müminlerden Görme Engelli Abdullah İbn Ümmü Mektûm Gelmiş Ve Hz. Peygamber’e
Yaklaşarak Kur’an Âyetlerinden Bir Kısmını Kendisine Tekrarlamasını Veya Onları
Açıklamasını İstemişti. Tebliğ Esnasında Oldun Birilerine Çok Önemli Bir Konu
Hakkında Konuşurken Laf Kesilince Hepimiz Bilirizki Hem Etki Azalır Hemde Konu
Dağılır. Hal Böyle Olunca Hz. Peygamber Kendisine İslam’ı Anlatması İçin Gelen
İbn Ümmü Mektûm’a Biraz Beklemesini Söylemiş. Belli Bir Süre Sonra Gene
Efendimizin Sözünü Birkaç Defa Daha Kesince Efendimiz Hz Muhammed Yüzünü
Ekşitmek Sureti İle Tamam Anlatacağım Az Bekle Demesi Üzerine Üzerine Bu
Sûrenin Resûlullah’ı Uyaran İlk On Âyeti İnmiştir. (Tirmizî, “Tefsîr”, 73;
Taberî, XXX, 32-33).
Bu Ayetler:
عَبَسَ وَتَوَلّٰىۙ ﴿١﴾ اَنْ جَٓاءَهُ الْاَعْمٰىؕ ﴿٢﴾ وَمَا يُدْرٖيكَ
لَعَلَّهُ يَزَّكّٰىۙ ﴿٣﴾ اَوْ يَذَّكَّرُ فَتَنْفَعَهُ الذِّ كْرٰىؕ ﴿٤﴾ اَمَّا مَنِ
اسْتَغْنٰىۙ ﴿٥﴾ فَاَنْتَ لَهُ تَصَدّٰىؕ ﴿٦﴾
وَمَا عَلَيْكَ اَلَّا يَزَّكّٰىؕ ﴿٧﴾ وَاَمَّا مَنْ جَٓاءَكَ يَسْعٰىۙ ﴿٨﴾ وَهُوَ
يَخْشٰىۙ ﴿٩﴾ فَاَنْتَ عَنْهُ تَلَهّٰىۚ ﴿١٠﴾
(Peygamber) Yüzünü Ekşitti Ve
Döndü. Çünkü Ona A'mâ Geldi (Tebliğ Yaparken Sözünü Kesti Diye.) (Resûlüm! Onun
Halini) Sana Kim Bildirdi! Belki O Temizlenecek, Yahut Öğüt Alacak Da O Öğüt
Ona Fayda Verecek. Arınacak. Kendisini Yeterli Görüp Tenezzül Etmeyene Gelince;
Sen Ona Yöneliyorsun. Onun Arınmamasından Sen Sorumlu Değilsin. Fakat Koşarak
Sana Gelen, Saygı Duyarak Gelmişken, Sen Onunla İlgilenmiyorsun.
1 - Görüldüğü Gibi
Burada Dil Cihetinden :
Sabır; Îtidâli Muhâfaza Etme, Tahammül Gösterme, Acıya Katlanma,
Sıkıntı Ve Meşakkatlere Karşı Soğukkanlılıkla Mukâvemet Etme, Aklın Ve Dînin
Gösterdiği Yolda Sebât Etme Mânâlarına Gelir. İmam Nevevî Şu Açıklamayı Yapar;
“Sabır, Nefsi Emredilen Şeyleri Yapmaya Mecbur Kılmaktır. Bu Da İbâdetlerin
Meşakkatlerine, Belâlara Ve Günah Dışındaki Zararlara Tahammülle Gerçekleşir.”
2- Hal Böyle Olunca Sabretmek Ve Kavramı Bağlamında Ayete
Bakılınca ; Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin Sabırsızlık
Göstermediği Değil , Başkasına Tebliğ Yaparken Araya Giren İbn Ümmü
Mektûm’un Sabırsızlık Gösterdiği Aklı Olan, Kalbi Olan Vicdanı Olan
Herkes İçin Ortadadır.. İnanmak Bambaşka Bir Şeydir.
İnanmamakta Başkadır. Amaaa, Fakaaat , Lakin,
İnanmayacağım Diye Yalan Söylemek İftira Atmak Ve Gerçekleri Çarpıtmak
Bütün Bütün Başkadır !... Siz İnanmak Veya İnanmamak Zorunda Değilsinizdir !
Benim Dediğim Haktır Demek de Hakkınızdır Ama Sadece Benim Dediğim Haktır Demek
Hakkınız Olmadığı Gibi, Allah’ı, İslam’ı, Kuranı Kerimi Ve Peygamberimizi Sırf
İnanmamak Ve İnkar Etmek İçin Olmayan Şeyleri Olmuş Gibi Göstermek,
Söylenmemişleri Söylenmiş Gibi Söylemek Veya Yazılanların Bir Kısmını Alıp
Diğer Bir Kısmını Almamak ,Almış Olduğun Kısımları da Kafana Göre Yorumlamanın
Kabul Edilir Hiçbir Yanı Yoktur !... İnanma! Tamam Kabul Ama İnanmadığını da
Olduğunun Dışında Göstermeye Çalışma !.. Arapça Bilmemek Normal
Karşılanabilir Lakin Kendi Dilimizide mi Bilmiyoruz ? Bu Tamamen Kasıtlı Bir
Çarpıtmadır !... Ayeti Kerimeden de Görüleceği Gibi Efendimize “Sabırsızlık”
Ettiği İçin Bir “Uyarı” Gelmiyor. Kafirlerin Ahiretlerini Kurtarmak İçin
Gecesini Gündüzünü Feda Edip Bütün Uhuvet Ve Muhabbeti İle Çalışan (İman Etmiyorlar Diye Neredeyse Kendini Helâk
Edeceksin! Şuara Suresi 3. Ayeti Kerime İle Taktire Şayan Bir Hal Takınan) Efendimizin
“Seni Dinlemeyenleri Bırak ,Seni Dinlemek İsteyenlere” Bak Şeklinde Bir Uyarı
Geliyor !... Yoksa İddia Edildiği Gibi Sabırsızlıktan Dolayı Değil !..
Burada Biz Aynı Zamanda Kur’an-ı
Kerim’in de Hak Olduğunu Efendimizin de Hak Bir Peygamber Olduğunun Açık
Bir İspat Ve Delilini Görüyoruz !.. Şöyle ki : İbn
Ümmü Mektûm Âmâ Yani Kör Bir Zat ! Peygamberimizin Sadece Sesini Duyabilir. Onu
Göremez. Eğer Kur’an-ı Kerim Bir Uydurma Kitap Ve Peygamberimiz de Hak Peygamber Değil Ve
Kendisi de (Ateistler Tarafından da
Deistler Tarafından da Sürekli Olarak İddia Edilen Ve Çok Sıklıkla Dile
Getirilen Akıllı “Bir Zattı” Söylemine Göre de) Kuranı Kerimi Kendi Elleri İle
Yazmış İse Neden Kendisini Görmeyen Sadece Sesini Duyan Dolayısı İle Yüz
Mimiklerini Göremeyen Birisi Hakkında “Yüzünü Ekşitti” Ayrıntısını Kur’an-ı
Kerime Yazıp Vurguladı ? Ayeti Kerime İle Kıyamete Kadar Hemen Herkesin
Okuyacağı Ve Bileceği “Kör” Ayrıntısını Vurgulamak İçin “Yüzünü Ekşitti”
Ayrıntısını Niçin Yazsın ki? Onu Dinlemedi, Beklemedi , Vs. Diyebilirken Bu
Ayrıntıyı Yazıp Bir de Azar İşittiğini Vurgulaması Neden ?
Evet Bu Meseleden Sonra Efendimiz
Yıllar Boyunca ; Abdullah’ı Gördüğünde, “Kendisinden
Dolayı Rabbimin Beni Azarladığı Şahsa Merhaba!” Diyerek Ona
İltifatta Bulunmuştur (Hattâbî, Me‘Âlimü’s-Sünen, III, 3; Sa‘Lebî, El-Keşf Ve’l-Beyân,
X, 131; Begavî, Tefsîru’l-Beğavî, V, 210). Bu Vb. Bazı İltifatlarının Yanında,
Sefere Çıktığında İki Defa Yerine Medine’de Kalanlara Namaz Kıldırmak Üzere Abdullah
İbn Mektubu Görevlendirmiştir (Zemahşerî, IV, 217).
Biz
Bu Mesnetsiz İddiaları Bir Kenara Bırakıp Sabır Meselesine Değinelim.. Kurân-I
Kerîm’de Sabırla Alâkalı Birçok Âyet-İ Kerîme Mevcuttur. Allah Teâlâ,
İnsanların Âhireti Kazanabilmeleri İçin İmtihan Edilecekleri Şeylerden Birinin
Sabır Olduğunu Şöyle İfâde Eder:
“Şüphesiz Ki Sizi Biraz Korku, Biraz Açlık, Biraz Mal,
Can Ve Mahsul Eksikliği İle İmtihan Ederiz. Sabredenleri Müjdele!”
(El-Bakara 2/155) nCenâb-I Hak Kullarını, Sabredenleri Ortaya Çıkarmak Ve
Mükâfatlandırmak İçin İmtihan Etmektedir; “İçinizden Mücâhede Edenler Ve Sabır Gösterenler
Belli Oluncaya Kadar Elbette Sizi İmtihan Ederiz.” (Muhammed 47/31) Allah Sabreden Kullarını Sevmekte,
Onlarla Beraber Olduğunu Bildirmekte Ve Ecirlerini Hesapsız Olarak Vereceğini
Va’detmektedir. Âyet-İ Kerîmede Şöyle Buyrulur: “Ancak Sabredenlere Mükâfatları
Hesapsız Ödenecektir.” (Ez-Zümer
39/10)
Yüce Rabbimiz’in Mübârek
İsimlerinden Biri De “Çok Sabreden” Mânâsına “Es-Sabûr”Dur. Resûlullah: “İşittiği Bir Sözün
Eziyetine Karşı, Allah Teâlâ’dan Daha Çok Sabreden Hiçbir Kimse Yoktur. Zîrâ
Müşrikler O’na Çocuk Nisbet Ediyorlar Da O Yine Onlara Âfiyet Ve Rızık Vermeye
Devam Ediyor.” (Buharî, Edeb, 71) Hadisleriyle Rabbimiz’in Bu Güzel
İsmini Ne Kadar Vecîz Bir Şekilde Açıklamıştır. Bir Mü’minin Sabırlı Olması
İçin “Es-Sabûr” İsm-İ Şerîfini Çokça Zikretmesi Ve Üzerinde Tefekkür Etmesi
Gerekir.
Sabrın Faydası ;
Resûl-İ Ekrem Efendimiz Sabrın
Faydasını İfâde İçin Şöyle Buyurmuştur: “Hoşlanmadığın Şeye Sabretmende Büyük
Fayda Vardır.” (İbn-İ Hanbel, I, 307) Zirâ Taşlıcalı Yahyâ’nın Dediği Gibi: Sabrı
Elden Komamaktır Evlâ, Ki Koruk Sabr İle Olur Helvâ.
Efendimiz Bir Başka
Hadislerinde De: “Mü’minin Durumu Gıbta Ve
Hayranlığa Şâyandır. Çünkü Her Hâli Kendisi İçin Bir Hayır Sebebidir. Böylesi
Bir Özellik Sâdece Mü’minde Vardır. Sevinecek Olsa Şükreder, Bu Onun İçin Hayır Olur.
Başına Bir Belâ Gelecek Olsa Sabreder, Bu Da Onun İçin Hayır Olur.” (Müslim, Zühd, 64) Buyurarak Müslümanın Fârik
Vasfının Sabır Ve Şükür Olduğunu Bildirmiştir.
En Güzel Sabır
Örnekleri Efendimizde Mevcuttur !..
Allah Resûlü’nün Târif Ve
Tavsiye Ettiği Sabır, Bütün Peygamberlerin Ortak Vasfıdır. Allah’ın Dinini
Tebliğ Ederken, Hepsi De Çeşitli Sıkıntılara Ve Eziyetlere Uğramış,
Yurtlarından Çıkarılmış, Hükümdarlar Tarafından Zindanlara Atılmıştır. Hatta
Bir Çoğu Da Bu Uğurda Şehîd Edilmiştir. Ancak Onlar Sabrederek Vazîfelerini
Îfâya Devâm Etmişlerdir. Resûl-İ Ekrem Efendimiz’in Hayatı İse Baştan Sona En
Güzel Sabır Örnekleri İle Doludur.
İslam’ı Tebliğ Yolunda
Katlandığı Zorluklar; Sevgili Peygamberimiz’in İslâm Dini’ni Tebliğ Yolunda
Katlandığı Zorluklarla Alâkalı Olarak Târık Bin Abdullah El-Muhâribî, Bir Müşahedesini
Şöyle Anlatır: “Resûlullah’ı Zülmecaz Panayırı’nda Üzerinde Kırmızı Bir Elbise
Olduğu Hâlde Görmüştüm: Ey İnsanlar! Lâ
İlâhe İllallâh, Deyiniz De Kurtulunuz!» Diye Yüksek Sesle Hitâp Ediyordu. Bir Adam
Da Elindeki Taşla Onu Takip Ediyor Ve: Ey İnsanlar, Sakın Ona İnanmayınız,
İtaat Etmeyiniz. Çünkü O Yalancıdır, Diyerek Bağırıyordu. Attığı Taşlarla
Efendimiz’in Ayak Bileklerini Kanatmıştı. Oradakilere: Kimdir Bu Zât, Diye Sordum. Bu, Abdulmuttalib
Oğullarından Bir Gençtir, Dediler. Ya Onun Ardına Düşüp Taş Atan Kimdir, Diye
Sordum. O Da Onun Amcası Ebû Leheb’dir, Dediler.” (Dârekutnî, III, 44-45. Krş.
Ahmed, III, 492-493; Hâkim, I, 60/38-39)
Eziyet Ve
İşkencelere Karşı Sabrı ;
Mü’min Bir Gönlü Parça Parça
Edip Dağlayan Bu Tür Üzücü Hâdiseler Sâdece Bir Kez Değil, Yirmi Üç Senelik
Risâlet Hayatı Boyunca Defâlarca Tekerrür Etmiştir. Onlardan Birini De Müdrik
El-Ezdî Şöyle Anlatmaktadır:“Babamla Birlikte Hac Yapıyordum. Mina’ya Gelip
Konaklayınca, Bir Toplulukla Karşılaştım. Babama: Bu Cemaat Ne İçin Toplanmış,
Diye Sordum. Babam: Kavminin Dinini Terk Etmiş Olan Şu Kişi İçin, Dedi. İşâret
Ettiği Tarafa Bakınca Resûl-İ Ekrem Efendimiz’i Gördüm:
Ey İnsanlar! Lâ İlâhe
İllallâh, Deyiniz De Kurtulunuz!» Diye Sesleniyordu. İnsanlardan Kimi Onun
Yüzüne Tükürüyor, Kimi Başına Toprak Saçıyor, Kimi De Ona Sövüp Sayıyordu.
Öğleye Kadar Bu Hâl Devam Etti. O Sırada, Yakası Açılmış Bir Kız, İçinde Su
Bulunan Bir Kap Ve Elinde Bir Mendil Olduğu Hâlde Geldi. Ağlıyordu. Fahr-İ
Kâinât Efendimiz Kabı Alıp Sudan İçti, Elini Yüzünü Yıkadı. Başını Kaldırıp:
Kızcağızım, Yakanı Başörtünle Ört! Baban Hakkında Tuzağa Düşürülüp Öldürülecek
Ve Zillete Uğrayacak Diye Korkma!» Buyurdu. Bunun Kim Olduğunu Sorduk, «Kızı
Zeynep!» Dediler.” (Heysemî, VI, 21)
En Yakınlarını
Kaybetti Ama Sabretti
Allah Resûlü’nün İslâm’ı
Tebliğ Yolunda Uğradığı Bu Tür Eziyet Ve İşkencelere Karşı Sabrı; “Ne Bitmez
Olsa Tahammül, Onun Da Bir Sonu Var!” Diyen Şâiri Dahî Şaşırtacak Derecede
Yüksek Ve Erişilmezdi. O Çocukluğundan Vefâtına Kadar Hep Büyük Acılarla
Karşılaşmıştır. Babasını, Annesini, Dedesini, Amcası Ebû Tâlib’i, Sevgili
Hanımı Hz. Hatîce’yi, Şehitlerin Efendisi Hz. Hamza’yı Ve Evlâtlarını Bir Bir
Hakk’a Uğurladı. Çok Sevdiği Ashâbından Birçoğunu Kendi Elleri İle Kabre Koydu.
Ancak Bunların Hiçbiri Onun Metânetini Ve Müvâzenesini Bozmadı, Sabrını
Taşırmadı.
Sabırda Sebat Etti
Kendisi Ve Ashâbı En Ağır
İşkencelere Mâruz Kaldıkları Hâlde Allah’ın Emri Gereği Sabırda Sebât Ettiler.
Aziz Peygamber, Sabrı Taşan Ashâbının Metânetini Zaman Zaman Yeniliyor, Onlara
Ümid Ve Müjde Veriyordu. Habbâb Bin Eret (R.A.) Anlatıyor; “Resûlullah
Ka’be’nin Gölgesinde Bir Bürdeyi Yastık Yapmış Uzanırken Yanına Geldim. O Zaman
Müşriklerden Büyük İşkenceler Görüyorduk. Allah Resûlü’ne: Bize Yardım Etmiyor
Musunuz, Bizim İçin Allah’a Yalvarmıyor Musunuz?» Diye Şikâyette Bulunduk.
Efendimiz Mübarek Yüzü Kızarmış Olarak Kalkıp Oturdu Ve Şöyle Buyurdu: Sizden Önce Öyleleri
Vardı Ki Kişi Yakalanıyor, Önceden Hazırlanan Çukura Gömülüyor, Sonra Getirilen
Bir Testere İle Başının Ortasından İkiye Bölünüyordu. Ancak Bu Yapılanlar Onu
Dîninden Aslâ Döndüremiyordu. Yine
Öyleleri Vardı Ki Demir Taraklarla Taranıyor, Kemiklerinin Üzerinde Et Ve
Sinirlerden Başka Bir Şey Kalmıyordu. Ancak Bu Yapılanlar Da Onu Dîninden Aslâ
Döndüremiyordu. Yemin Ederim Ki Allah Bu Dini Tamamlayacaktır. Öyleki Bir Yolcu
Devesine Binip San’â’dan Kalkıp Hadramevt’e Kadar Gidecek De Allah’tan Başka Hiçbir
Şeyden Korkmayacak! Koyunu İçin De Sâdece Kurttan Korkacak. Ancak Siz Acele
Ediyorsunuz.»” (Buhârî, Menâkıb, 25; Menâkıbu’l- Ensâr, 29)
Resûl-İ Ekrem Efendimiz Din
Düşmanları İle Mücâdele Ederken, Onların Eziyetleri Yanında, İmkânsızlıklardan
Kaynaklanan Birçok Sıkıntılara Da Katlanmıştır. Hiçbir Zaman Bunları Mâzeret
Olarak İleri Sürmemiştir. Yokluk Ve Kıtlığın En Şiddetli Olduğu Zamanlarda Bile
Allah Yolunda Gayretine Devâm Etmiş, İmkânsızlıkların Verdiği Her Türlü Zorluğa
Da Ashâbı İle Birlikte Sabretmiştir. Ebû Mûsâ El-Eş’arî (R.A.) Bunun Bir
Misâlini Şöyle Anlatır: “Resûlullah İle Birlikte Sefere Çıkmıştık. Altı Kişi
Nöbetleşe Bir Deveye Biniyorduk. Ayaklarımız Delindi. Benim De Ayaklarım
Delinmiş Ve Tırnaklarım Düşmüştü. Ayaklarımıza Bez Parçaları Sarıyorduk. Bu Bez
Parçalarından Dolayı O Sefere Zâtürrikâ’ İsmi Verildi.” Hadisi Nakleden Ebû
Bürde (R.A.) Diyor Ki; “Ebû Mûsâ Bunları Söyledi, Sonra Da Yaptığından
Hoşlanmadı Ve «Bunları Söylemekle Hiç De İyi Etmedim.» Diye Pişmanlığını Dile
Getirdi. Herhâlde O, Allah İçin Yaptığı Bir Yiğitliği İfşâ Etmiş Olduğundan
Dolayı Üzüldü.” (Buhârî, Meğazî, 31)
Fahr-İ Kâinât, Ne Kadar Zor Da
Olsa, Ashâbıyla Hep Aynı Şartları Paylaşmış, Hiçbir Zaman Kendini Onlardan
Farklı Bir Konumda Görmemiştir. İnsanlar Açlık Çekmekteyse, Bunu Herkesten Önce
Peygamber Efendimiz Ve Âilesi Çekmiştir. Oysa Cenâb-I Hak Tarafından
Peygamberimiz’e, İsterse Yeryüzü Hazinelerinin Verileceği, Dilerse Mekke
Dağlarının Kendisi İçin Altın Hâline Getirileceği Teklif Edilmişti. Resûl-İ Ekrem
Bunları İstemeyerek Şöyle Dedi: “Bir Gün Aç Kalıp Sabreder, Bir Gün Karnımı
Doyurur Şükrederim. Çünkü Îmân, Biri Diğerini Tamamlayan İki Yarımdan Oluşur:
Bir Yarısı Şükür, Diğer Yarısı Da Sabırdır. Allah Teâlâ Şöyle Buyurur;
«Şüphesiz Bunda Çok Sabreden, Çok Şükreden Her (Mü’min) İçin İbretler Vardır.»
(İbrâhim 14/5)” (Hâkim, II, 484)
Server-İ Âlem Efendimiz Zafere
Ulaştıktan Ve Devletini Kurduktan Sonra Bile Bedevîlerin Kabalıklarına,
Münâfıkların Ezâlarına Katlanmış Ve Onları En Güzel Şekilde İdâre Etmiştir.
Ümmetinin De Kendisini Örnek Alıp İnsanları Güzellikle İdâre Etmelerini Ve
Onlara Hizmette Bulunmalarını İsteyerek: “İnsanların Arasına Karışıp Onların
Ezâlarına Katlanan Müslüman, Onlara Karışmayıp, Ezâlarına Katlanmayandan Daha
Hayırlıdır.” Buyurmuştur. (Tirmizî, Kıyâmet, 55) Abdullâh Bin Mesut (R.A.) Buna
Misâl Teşkil Edecek Bir Hâdiseyi Şöyle Nakleder:
“Resûlullah Ci’râne’de Huneyn
Ganimetini Bölüştürdüğü Sırada Üzerine Yığılıp O Kadar Rahatsız Ettiler Ki
Nihâyet (Önceki Bir Peygamberden Bahsederek); «Yüce Allah Kullarından Bir
Kulunu Kavmine Göndermişti. Kavmi Onu Dövmüşler Ve Başını Da Yarmışlardı. O Kul
İse Hem Alnından Akan Kanı Eli İle Siliyor Hem De; Yâ Rabbî Kavmimi Affet!
Çünkü Ne Yaptıklarını Bilmiyorlar, Diyerek Duâ Ediyordu.» Buyurdu.” (İbn-İ
Hanbel, I, 456; Müslim, Cihâd, 105)
Sevgili Peygamberimiz,
Hastalıklarında Da Bizlere Örnek Olacak Sabır Nümûneleri Sergilemiştir. Ebû
Said El-Hudrî (R.A.), Resûlullah Efendimizi, Hasta İken Ziyâretine Gitmiş Ve
Onun Ne Büyük Acılara Katlandığını Bizzat Müşâhede Etmiştir. O Sözlerine Şöyle
Devam Ediyor:
“Elimi Üzerine Koydum,
Harâretini Yorganın Üstünden Hissediyordum.
– Ey Allah’ın Resûlü,
Harâretiniz Çok Fazla! Dedim.
«– Biz (Peygamberler)
Böyleyiz. Belâlar Bize Kat Kat Gelir, Buna Mukabil Mükâfatları Da Kat Kat
Verilir.» Buyurdu.
– Ey Allah’ın Resûlü!
İnsanların En Çok Belâya Mâruz Kalanları Kimlerdir, Diye Sordum.
«– Peygamberler!» Buyurdu.
– Sonra Kimler, Dedim.
«– Sonra Sâlihler!” Buyurdu Ve
Şu Açıklamayı Yaptı; «Onlardan Biri Fakirliğe Öylesine Mübtelâ Olur Ki Kendini
Örten Bir Abâdan Başka Bir Şey Bulamaz. Onlar, Sizin Bolluğa Sevindiğiniz Gibi
Belâya Sevinirler.»” (İbn-İ Mâce, Fiten, 23)