Deistlerin Mantık Hatası

 Deistlerin Büyük Mantık Hatası !... Peygambersiz Din Tasavvuru !

"Anlaşılmaz Bir Kitap, Muallimsiz Olsa, Mânâsız Bir Kâğıttan İbaret Kalır." (Sözler, On Birinci Söz) "Bu Dünyayı En Mükemmel Ve Muntazam Bir Şehir, Bir Saray Hükmünde Halk Eden Bir Sâni-İ Zülcelâl, Mümkün Müdür Ki, O Şehirde, O Sarayda, En Ehemmiyetli Misafirleriyle Ve Dostlarıyla Konuşmasın, Görüşmesin?" (Lem'alar, Yirmi Altıncı Lem'a)

"Evet, Şöyle Müzeyyen Bir Kâinatın Öyle Mukaddes Bir Sâniine Böyle Bir Resul-i Ekrem, Işık Şemse Lüzumu Derecesinde Elzemdir. Çünkü Nasıl Güneş Ziya Vermeksizin Mümkün Değildir. Öyle De, Ulûhiyet De Peygamberleri Göndermekle Kendini Göstermeksizin Mümkün Değildir." (Sözler, Onuncu Söz İkinci İşaret)

"Birincisi: لِلتَّنَزُّلاَتِ اْلاِلَهِيَّةِ اِلٰى عُقُولِ الْبَشَرِ Denilen, Beşerin Akıllarına Ve Fehimlerine Göre Konuşmak, Bir Tenezzül-Ü İlâhîdir. Evet, Bütün Zîruh Mahlûkatını Konuşturan Ve Konuşmalarını Bilen, Elbette Kendisi Dahi O Konuşmalara Konuşmasıyla Müdahale Etmesi, Rububiyetin Muktezasıdır."

"İkincisi: Kendini Tanıttırmak İçin, Kâinatı Bu Kadar Hadsiz Masraflarla, Baştan Başa Harikalar İçinde Yaratan Ve Binler Dillerle Kemâlâtını Söylettiren, Elbette Kendi Sözleriyle Dahi Kendini Tanıttıracak."

"Üçüncüsü: Mevcudatın En Müntehabı Ve En Muhtacı Ve En Nâzenini Ve En Müştakı Olan Hakikî İnsanların Münâcâtlarına Ve Şükürlerine Fiilen Mukabele Ettiği Gibi, Kelâmıyla Da Mukabele Etmek, Hâlıkıyetin Şe’nidir."

"Dördüncüsü: İlim İle Hayatın Zarurî Bir Lâzımı Ve Işıklı Bir Tezahürü Olan Mükâleme Sıfatı, Elbette İhatalı Bir İlmi Ve Sermedî Bir Hayatı Taşıyan Zâtta, İhatalı Ve Sermedî Bir Surette Bulunur."

"Beşincisi: En Sevimli Ve Muhabbetli Ve Endişeli Ve Nokta-İ İstinada En Muhtaç Ve Sahibini Ve Malikini Bulmaya En Müştak, Hem Fakir Ve Âciz Bulunan Mahlûkatlarına, Acz Ve İştiyakı, Fakr Ve İhtiyacı Ve Endişe-İ İstikbali Ve Muhabbeti Ve Perestişi Veren Bir Zât, Elbette Kendi Vücudunu Onlara Tekellümüyle İş’ar Etmek, Ulûhiyetin Muktezasıdır." (Şualar, Yedinci Şuâ)

"Hem Nasıl İman-I Billâh Âhiretsiz Olmaz; Öyle De, Onuncu Sözde Kısa İşaretlerle Beyan Edildiği Gibi, Hiçbir Cihette Mümkün Müdür Ve Hiç Akıl Kabul Eder Mi Ki, Ulûhiyet Ve Mâbudiyetin Tezahürü İçin Bu Kâinatı Öyle Bir Mücessem Kitab-I Samedânî Ki, Her Sahifesi Bir Kitap Kadar Ve Her Satırı Bir Sahife Kadar Mânâları İfade Eder Ve Öyle Cismânî Bir Kur’ân-I Sübhânî Ki, Herbir Âyet-i Tekvîniyesi Ve Herbir Kelimesi, Hattâ Herbir Noktası, Herbir Harfi Birer Mu’cize Hükmündedir Ve Öyle Muhteşem Ve İçi Hadsiz Âyâtla Ve Mânidar Nakışlarla Tezyin Edilmiş Bir Mescid-İ Rahmânîdir Ki

Herbir Köşesinde Bir Tâife, Bir Nevi İbadet-i Fıtriye İle İştigal Eder Bir Şekilde Halk Eden Bir Allah, Bir Mâbud-u Bil’hak, O Kitab-I Kebîrin Mânâlarını Ders Verecek Üstadları Ve O Kur’ân-I Samedânînin Âyetlerini Tefsir Edecek Müfessirleri Elçi Olarak Göndermesin Ve O Mescid-İ Ekberde Hadsiz Tarzlarda İbadet Edenlere İmamları Tayin Etmesin Ve O Üstadlara Ve Müfessirlere Ve İmamlara Fermanları Vermesin? Hâşâ, Yüz Bin Hâşâ!"

"Hem Cemâl-i Rahmetini Ve Hüsn-ü Şefkatini Ve Kemâl-İ Rububiyetini Zîşuurlara Göstermek Ve Onları Şükre Ve Hamde Sevk Etmek İçin Bu Kâinatı Öyle Bir Ziyafetgâh Ve Bir Teşhirgâh Ve Öyle Bir Seyrangâh Ki, Hadsiz Çeşit Çeşit, Leziz Nimetler Ve Gayet Antika, Hadsiz Harika San’atlar İçinde Dizilmiş Bir Tarzda Halk Eden Bir Sâni-İ Rahîm Ve Kerîm, 

Hiç Mümkün Müdür Ve Hiç Akıl Kabul Eder Mi Ki, O Ziyafetgâhtaki Zîşuur Mahlûklarla Konuşmasın Ve Onlara O Nimetlere Mukàbil Elçileri Vasıtasıyla Vazife-İ Teşekküriyeyi Ve Tezahür-Ü Rahmetine Ve Sevdirmesine Karşı Vazife-İ Ubudiyeti Bildirmesin. Hâşâ, Binler Hâşâ!"

Hem Hiç Mümkün Müdür: Bir Sâni San’atını Sever, Beğendirmek İster, Hattâ Ağızların Bin Çeşit Zevklerini Nazara Alması Delâletiyle, Takdir Ve Tahsinlerle Karşılanmak Arzu Eder Ve Herbir San’atıyla Kendini Hem Tanıttırmak, Hem Sevdirmek, Hem Bir Çeşit Mânevî Cemâlini Göstermek İster Bir Tarzda Bu Kâinatı Antika San’atlarla Süslendirdiği Halde Kâinattaki Zîhayatın Kumandanları Olan İnsanlara Onların Büyüklerinden Bir Kısmıyla Konuşup Elçi Olarak Göndermesin; Güzel San’atları Takdirsiz Ve Fevkalâde Hüsn-Ü Esmâsı Tahsinsiz Ve Tanıttırması Ve Sevdirmesi Mukabelesiz Kalsın? Hâşâ, Yüz Bin Hâşâ!

"Hem Bütün Zîhayatın İhtiyacat-ı Fıtriyeleri İçin Dualarına Ve Hâl Diliyle Edilen Bütün İlticalara Ve Arzulara Vakti Vaktine, Kast Ve İhtiyar Ve İradeyi Gösterir Bir Tarzda Hadsiz İn’âmlarıyla Ve Nihayetsiz İhsanatıyla Fiilen Ve Halen Sarih Bir Surette Konuşan Bir Mütekellim-i Alîm, Hiç Mümkün Müdür, Hiç Akıl Kabul Eder Mi, En Cüz’î Bir Zîhayat İle Fiilen Ve Halen Konuşsun Ve Tam Derdine Derman Yetiştiren İhsanıyla Derdini Dinlesin Ve İhtiyacını Görsün Ve Bilsin; Ve Bütün Kâinatın En Müntehap Neticesi Ve Arzın Halifesi Ve Ekser Mahlûkat-I Arziyenin Kumandanları Olan İnsanların Mânevî Reisleriyle Görüşmesin? 

Onlarla, Belki Her Zîhayatla Fiilen Ve Halen Konuştuğu Gibi, Onlarla Kavlen Ve Kelâmen Konuşmasın Ve Onlara Fermanları Ve Suhuf Ve Kitapları Göndermesin? Hâşâ, Hadsiz Hâşâ!"

"Demek, İman-I Billâh, Kat’iyetiyle Ve Hadsiz Hüccetleriyle Ve Bikütübihî Ve Rusülihî, Yani Peygamberlere Ve Mukaddes Kitaplara İmanı İspat Eder." (Şualar, On Birinci Şuâ, Dokuzuncu Mesele)

Aklın Varsa Anlarsın.