3.Soru;
Müslümanlar Sürekli Olarak Dünya'da Şeriatın Hakim Olduğu Tek Devletin İran
Olduğunu Söylerler..(Antiemperyalist Olması Veya Öyle Gözükmesi Önemli) Bu
İran Bildiğin Gibi Şiidir Ve Şiirlerde Bildiğin Gibi Ebubekir, Ömer, Osman Ve
Aişe'ye Buğuz Ederler..Hatta Küfrederler.. Müslümanların ''İşte Şeriat
Devleti'' Diye Lanse Ettikleri İran'ın, Muhammed'in En Yakınındakilere
Küfretmeleri Ve Bu Kişilerden Rivayet Edilen Hiçbir Şeye İtimat Etmemeleri Ve
Bu Kişilerin Topladığı/Derlediği/Yazdırdığı Kuran'ı Da Kutsal Kabul Etmeleri
Garip Değil Mi? |
El
Cevap “Müslümanlar Sürekli Olarak Dünya'da Şeriatın
Hakim Olduğu Tek Devletin İran Olduğunu Söyle(Mezler)” Şeriatın Hakim Olduğu Son Devletin Osmanlı
Olduğunu Muhtelif Eyaletler Olarak Sadece Günümüzde Devam Ettiğini Söylerler
!..Mesela Endonezya Açe Bölgesi Gibi. Onun Haricinde Ehli Sünnet Üzerine
Bilinen Bir İslam Devleti Şuan Yok. İran Şia , Arabistan’da Vahabi Selefiliktir.
Birinde Dini Şia Fikriyatının İktidarı Diğeri İse Krallık İktidarı Olarak Devam
Etmektedir.
Şia
İse Bir İslam Devletinden Ziyade Hz Aliyi Peygamber Mesafesine Çıkaran İslam
İçinden,
Nas Ve Tayin Akidesinin Formüle Edilmesiyle Ortaya Çıkmıştır. Bu Yaklaşımda
Şia’nın Zuhuru, Hicri 1. Yüzyılın Sonlarına Dek Uzanır.
Siyasi Bir Gruplaşma Olarak
Şia’nın Kökenlerini, İlk Dönem Hilafet İhtilaflarıyla Açıklayan Ehl-İ Sünnet Literatüründe Ve Batılı Araştırmacılar
Arasında Yaygın Kabul Görür. Bu Çerçevede Şiiliğe Nispet Edilen
Cemel Vakası, Sıffın Savaşı, Kerbela FİTNESİ Gibi (Esasen Sahabe Ve
Müslümanların Hiç Günahı Olmadığı Tamamen İbn-i Sebe Ve Yahudi Fitnesi Olan Bu)
Gelişmeler, Şia’nın
Doğuşunun Nedeni Olmaktan Ziyade Onu Hazırlayan Gelişmelerdir Yani Şianın
Doğuşuna Bahane Edilen Sebeplerdir. Mesela Pkk’nın “Baboo Devlet Bize Yardım
Yapmiyir” Gibi Bir Bahane İle Nasıl Daağ
Çıkan Sol Ateist Marksist Terör Örgütü
Neyse O Dönemde de İslam Devletinin Ve Sahabe Ve Müslümanların Kati Surette Bir
Suçu Bulunmamaktadır. .
Bahsedilen Bütün Bu Hadiselerde Hz. Ali İle Beraber Onun Hasımlarına Karşı Mücadele Edenler, Ali Şiası Yani Ali Taraftarız Diyenlerdi. Onlar, Daha Sonra Bazı Galî (Aşırı Giden) Fırkaların İleri Sürdüğü Gibi, Hz. Ali’nin İnsanüstü Bir Varlık Ya Da Şia’nın Genelinin İnandığı Gibi Allah Ve Peygamber Tarafından Görevlendirilmiş İmam Olduğunu Öne Sürmüyorlar, Sadece Onun Hilafeti/İmametini Destekliyorlardı. Bu Grup İslam Tarihinde Genellikle Şiatü’l Ulâ (İlk Ali Taraftarları) Olarak Anılır. Emevi İktidarını Yıkan Abbasilerin Kendi Devletlerini Kurdukları Hicri 2. Yüzyıl, Şiiliğin Bir Mezhebe Dönüşmesine Tanıklık Eder. Şia’nın Ana Gövdesine Dönüşen İmamiyye Fırkasının Teşekkülünü Tamamlaması İse Hicri 3. Yüzyılın İkinci Yarısına Dek Uzanır.
Gelelim Meselenin Tarihi Süreçte İslam Tarihi Ve İslam İlmi İle Değerlendirilmesine;
Hz. Ebu Bekir Ve
Ömer (Ra.) Devirlerinde Kısa Zaman İçerisinde Yapılan Eşsiz Fetihlerle Suriye,
Mısır, Irak Ve İran’ın Fethinde Başarılı Olundu.
Bu Harikulâde Gelişme, İslâm Düşmanlarının, Bilhassa
Yahudilerin Haset Ve Kinlerini Kabarttı. Yahudiler,
İslâmiyet’in Kısa Zamanda Gösterdiği Büyük Gelişme Karşısında Dehşete Kapılıyor
Ve Bundan Kendi Varlıkları Adına Endişe Duyuyorlardı.. Üstelik Birçok Yahudi
Cemaatlerinin İslâm’a Girişi De Onları Büsbütün Çıldırtıyordu. İslâmiyet’in Bu
Hızlı Ve Parlak Yayılışı Mutlaka Durdurulmalıydı. Vaktiyle, Hristiyanlara Karşı Tezgâhlanan Oyunun, Şimdi
Müslümanlara Karşı Oynanması Lâzımdı. Uzun Müzakerelerde Bulundular Ve Sonunda Medine’de İbn-İ Sebe’yi
Sahneye Çıkardılar. Abdullah İbn-İ Sebe Hahambaşıydı Ve Büyük Bir Komiteciydi.
İbn-İ Sebe,
Tahribat Programını Başlıca İki Esas Üzerine Kurdu. İlk Olarak, Müslümanlar
Arasında Ayrılık Çıkarmakla, İslâm’ın Gelişmesine Engel Olacak; İkinci Safhada
İslâmî İnanç Ve İtikada Hurâfeler Katarak, Onlar Arasına, Kıyâmete Kadar
Sürecek Bir Fikir Ayrılığı Sokacaktı. Bu İki Hedefin
Gerçekleşmesi İçin Komiteler Kuracak Ve Onlar Aracılığı İle Müslümanlar
Arasındaki Birlik Ruhunu, Muhabbet, Uhuvvet Gibi Mânevî Bağları Zayıflatarak
Ortadan Kaldırmak Üzere Yoğun Faaliyet Gösterecekti. Her Bir İfsat Merhalesinin
Arkasından Hemen Durum Değerlendirmesi Yapılacak, Plânlanan Hedeflerle Alınan
Neticeler Kontrol Edilecek, Değişen Ve Gelişen Şartlar Altında Yeni Hedeflerin
Gerçekleşmesi İçin Yeni Plânlar Yapılacak Ve Uygulama Sahasına Sokulacaktı.
İbn-İ Sebe,
Müslümanlar Arasında Çıkardığı İhtilaflarla Ve İç Harplerle Birinci Maksadına
Tam Muvaffak Olmuştu. İbn-İ Sebe, Bu İç Savaşlarla Esas Amacına Yaklaşmış
Oluyordu. Çünkü Onun Asıl Amacı, İslâm İnancına Hurâfeler Sokarak Onu Öz
Saflığından Çıkarmaktı.
Bugün Kavga Eden
Müminler Yarın Barışabilir Ve Tekrar Bir Araya Gelerek İslâm Birliğini Yeniden
Tesis Edebilirlerdi. Müslümanlar
Arasında Tâ Kıyâmete Kadar Devam Edebilecek Bir Ayrılık Çıkararak Onları İnanç
Yönünden Parçalamak, Hiziplere Ayırmak İcap Ediyordu. Şimdi Yapılacak En Önemli
İş, İnançları Asıl Çizgisinden Saptırmak İçin Dine Hurâfeler Sokmaktı.
İbn-İ Sebe Bu
İşe, “Ehl-İ Beyt” Muhabbetini İstismar Etmekle Başladı. Ehl-İ Beyt’in En Ateşli
Bir Taraftarı Olarak Sahneye Çıktı. Hilâfetin Baştan Beri Hz. Ali’nin Hakkı
Olduğunu Ve Ondan Haksız Olarak Gasp Edildiğini Etrafa Yaydı. Hz. Ali Ve
Evlâtlarını, “İlâhlar Hanedanı” Hâline Getirerek İslâm Dinini Hristiyanlıkta
Olduğu Gibi Tevhit Esasından Saptırmaya Tevessül Etti. Sonunda, İbn-İ Sebe
Başkanlığındaki Bir Grup, Hz. Ali’nin (Ra.) Huzuruna Çıkarak Ona: “Sen Rabbimizsin,
İlâhımızsın.” Dediler. Hz. Ali, Bu Müşriklerin Bir Kısmını Yaktırdı. İbn-İ
Sebe’yi İse, Ordu İçinde Taraftarlarının Çokluğu Sebebiyle, Fitne Ve Zaafa Yol
Açacağı Endişesinden, Yaktırmaktan Vazgeçti. İran’ın Eski Hükümet Merkezi Olan
Medayin’e Sürdürdü.
Ne Yazık Ki,
Medayin, İbn-İ Sebe’nin Sapık Fikirlerinin Üretilmesine Çok Müsait Bir Zemin
İdi. İbn-İ Sebe Burada, Vaktiyle
Hz. Ali’den Kaçan Haricilerle Görüştü Ve Reisleri Evfa Oğlunu Buldu. Evfa Oğlunun Hz. Ali’ye Karşı Bir Harekette Bulunmak
İstediğini Anlayınca, Ona: “Böyle Bir Hareketle Ali’yi Mağlup Edemezsiniz,
Ancak Siz Mağlup Olursunuz.” Dedi. Evfa Oğlu, İbn-İ Sebe’ye Fikrini Sorunca, O
Da: “Üç Fedai İle Bu İşi Hallederiz.” Dedi.
Bu Konuşmadan Sonra, Hz. Ali, Hz. Muâviye Ve Hz. Amr
İbnü’l-Âs’ın Öldürülmesinde Mutabık Kaldılar. Bu Maksatla Üç Suikastçıyı Yola
Çıkardılar. Üç Sahabe, Ramazan’ın 17. Günü Sabah Namazını Kıldıracakları Sırada
Öldürüleceklerdi. Takdir-İ İlâhi İle Hz. Muâviye Ve Amr İbnü’l-Âs Bu Suikasttan
Kurtuldular. Fakat İbn-İ Mülcem İsimli Suikastçı Hz. Ali’yi, Şahadetine Sebep
Olan Zehirli Bir Kılıç İle Yaralamaya Muvaffak Oldu.
İbn-İ Sebe,
İbn-İ Mülcem’i Hz. Ali’yi Öldürtmek Üzere Yola Çıkardıktan Sonra, Meymun Oğlunu
Birkaç Adamıyla Küfe’ye Göndermişti. Meymun Oğlu Orada: “Ali Ölmedi, Uruç Etti,
Semâya Çıktı. Şimdi O, Bulutların Üzerindedir. Çok Geçmeden Geri Dönecek Ve
Kılıcıyla Bütün Dünyaya Adalet Dağıtacaktır...” Gibi Hurâfeler Yayacaktı.
İbn-İ Sebe,
Yakın Mesai Arkadaşları İle Beraber İran’da Yapacakları İhanet Faaliyetlerinin
Plânlarını Hazırladılar Ve Çalışmaya Koyuldular. O Günkü Sosyal Durum Da
Onların Bu Plânlarını Uygulamaya Son Derece Elverişli İdi. Şöyle Ki:
İslâmiyet Çok
Kısa Bir Zamanda Geniş Bir Sahaya Yayılmıştı. Bu Derece Geniş Ve Yaygın Bir Coğrafya
Üzerinde İslâm’ın Bütün Anlam Ve İnceliklerini, Hikmet Ve Hakikatlerini, Yeni
Müslümanlığı Kabul Etmiş Milletlere, İntikal Ettirmek, Mizaçları Farklı
Kavimleri İslâmî Potada Eritmek Ve Yoğurmak, Henüz Yeni Kurulmuş Bir İslâm
Devleti İçin Fevkalâde Zor Bir İşti. İslâm’ın Ulaştığı Her Yerde, İslâm’a Kitleler Halinde
Katılmalar Oluyordu. Gerçi Bu Durum, Müslümanları Sevindiriyordu. Fakat, Mânevî
Hamur Gerekli Şekilde Yoğrulamıyor, İdeal Mânâda Müslümanlar Pek Yetişemiyor,
Dolayısıyla Da İdeal Duyuş Ve Yaşayış Açısından Müslümanlar Arzu Edilen Kıvamda
Bütünleşemiyordu. Halk Tabakaları, İşlenmemiş Ham
Toprak Gibiydiler. Bu Durum, Bilhassa Kendini İran’da Açık Bir Şekilde
Gösteriyordu.
Yeni Müslüman Olmuş Kimseler, Eski Yanlış İnançlarından
Bütün Bütün Kurtulmuş Değillerdi. Asırlardan Beri Süre Gelmiş (İran
Coğrafyasındaki ) Hurâfe Ve Bâtıl İnançların Etkisinde Kalarak Ruhları,
Akılları, Kalpleri Boyanmış Bu İnsanlara İslâm’ın Vehim Ve Hayâlâttan, Düzmece
Ve Hurâfattan Uzak Olan Berrak, Net, Safi Hakikatlerini Olduğu Gibi Kabul Etmek
Hayli Zor Geliyordu. İslâmiyet Bu Mutaassıp
İnsanlarca Hakkıyla Hazmedilemiyor Ve Hak Din Kalplere Ve Hislere Tam Mânâsıyla
Yerleştirilemiyordu. Psikolojik Olarak İstiyorlardı Ki Eski İnançlarını, Örf Ve
An’anelerini De İslâmiyet’le Birlikte Devam Ettirsinler.
Diğer Taraftan,
Hilâfet Makamı Da Bu Ülkede İkaz Ve İrşat Hizmetini Gereken Seviyede
Yapamıyordu. O Beldelerdeki İnsanlara, İslâm’ı Bütün Kurumlarıyla Yerleştirme
Ve Onların Şüphe Ve Tereddütlerini İzale Etme Hizmeti, Büyük Ölçüde Aksıyordu.
Zira, İslâmiyet Gayet Geniş Bir Sahaya Yayılmış, Sahabelerin Büyük Bir Kısmı İç
Fitnelerde Vefat Etmiş, Diğer Bir Kısmı Uzlet Hayatını Tercih Etmiş, Bir Kısmı
Da Sosyal Hayata Müdahale Edemeyecek Kadar Yaşlanmıştı.
Bu Önemli
Görevin İhmal Edilmesi Neticesinde, Bu Yeni Beldeler Uzun Süre Sahipsiz Kaldı.
Fetih Zamanında Aldıkları İlk Feyiz Ve İlimle Kur’an’a Ve İmana Ait Hakikatleri
Tamamıyla Anlayamamışlardı. Bu Sebeple Henüz Hak Ve Bâtılı, Hurâfe Ve Hakikati
Temyiz Edecek Duruma Gelmemişlerdi.
İşte, Yahudi
Gibi Fitneci Bir Kavim, Bu Sosyal Durumdan Faydalanmayı Başardı.
İbn-İ Sebe’nin,
İran’da Olumsuz Fikirlerini Yerleştirmesinde Önemli Bir Faktör De Halkın
Psikolojik Yapısıydı. Onların İç Dünyasında, Akıldan Ziyade His Hükmediyordu.
Gönülleri Hakikatten Ziyade Efsane Ve Hurâfelere Açıktı. Hâdiseleri Mantık Ve
Muhakeme Uyumu İçinde Tahlil Edemiyor, Fikir Süzgecinden Hakkıyla
Geçiremiyorlardı.
Diğer Taraftan
Asırlarca Süren Saltanatlarının Ve Milli Gururlarının, Vaktiyle Köle
Addettikleri Araplar Tarafından Söndürülmesini De Bir Türlü Hazmedemiyor, Akıl
Plânında Olmasa Bile, His Plânında İslâmiyet’e Karşı Bir Hazımsızlık
Gösteriyorlardı.
İbn-İ Sebe,
Bütün Bu Faktörleri Değerlendirmesini Bildi. Arkadaşlarını Toplayarak Onlara, “Biz
Asıl Harbe Yeni Başladık. Bilmiş Olun Ki, Bu, Müslümanlar Arasında Kıyâmete
Kadar Devam Edecek Bir Savaşın Başlangıcıdır. Şimdi, Biz Ali’yi Takdis Edeceğiz Ve Ettireceğiz.
Ona, Yerine Göre ‘İlâhlık’ Yakıştıracağız, Yerine Göre ‘Peygamberdir’
Diyeceğiz, Yerine Göre De ‘Hilâfetin, Ali’nin Hakkı Olduğunu, Fakat Ebu Bekir,
Ömer Ve Osman’ın Onun Bu Hakkını Gasbettiklerini’ Anlatacağız.”
İbn-İ Sebe Ve Arkadaşları, Bu Kararı Aldıktan Sonra
Etrafındaki Adamlarını, Bu Fikirleri Yaymak Üzere Görevlendirdiler. Bunlar, “Hilâfet
Ali’nin Hakkı İdi. Hilâfete Lâyık Ali Ve Evlâtlarıdır. Bu Hak, Onlardan Gasp
Edildi. Üç Halife, Bilhassa Ömer, Bu Hakkı Gasbetmekle Allah’ın İradesine Karşı
Geldiler... Allah’ın
İradesine İtaat İçin Ali’den Yana Çıkmak Lâzımdır...”
Diye Telkinlere
Başladılar. Bu
Telkinler, Halk Tarafından Kabul Görünce, Daha Da İleri Giderek İnsanlara
İlâhlık İsnat Eden “Hulûl Akidesini” İslâm İnancına Sokmak İçin Gayret
Gösterdiler. İslâm İnancını Asıl Çizgisinden
Saptırarak, Tevhit Akidesine Taban Tabana Zıt Bir İnanışı Yaymaya Başladılar.
“Hulûl Akidesi’ İranlıların Eski Dinlerinde De Vardı. Bu Bakımdan, Bu Bâtıl
İtikat Onlarda Kolaylıkla Taraftar Buldu.
Önce, Hz. Ali’ye (Ra.) İlâhlık İzafe Ettiler. Daha Sonra, Bu İlâhlığın, Onun Evlâtlarına Da İntikal Ettiği Davasında Bulundular Ve Neticede İran’da Bir İlâhlar Hanedanı Ortaya Çıktı. Hz. Ali’nin (Ra.) Vefatında İbn-İ Sebe, “Ölen Ali Değil, Onun Sûretine Giren Bir Şeytandır. Ali Şimdi Göklere Çıkmış Ve Bulutlar Üzerinde Taht Kurmuştur.” Diyerek Onun Ölümüne Hulûl Akidesi Paralelinde Bir Yorum Getirdi. Böylece, Mısır’da “Sebeiyye Mezhebi”Nin Kurulmasıyla Tohumu Atılan Şiîlik, İran’da Yeşermeye, Gelişmeye Başladı. Ve Bundan Yirmiden Fazla Fırka (Kol) Türedi.
Bugün Herhangi Bir Şii Türbesine Gitseniz,
Türbe Girişinde Elinize Bir Dua Kitabı İliştirilir. Bu Kitapların Büyük Bir
Kısmı, Sahabelere Beddua Ve Lanetlerin Yazılı Olduğu Bölümlerden Oluşur. Lanet
Edilen Sahabelerin En Başında İse Hz. Ömer Ve Hz. Ebubekir Gelir.
Şiilerin Hz. Ömer’e Düşmanlığının Altında Yatan Asıl Sebep, İran’ın Fethidir.
Hz. Ömer Halifeliği Döneminde İran İçlerine Birçok Fetih Gerçekleştirdi; İran Hinterlandı
(İran, Suriye, Ermenistan Ve Bizans Topraklarının Önemli Bir Kısmı) Hz. Ömer Zamanında
Müslümanlaştırıldı. Kendilerini Sasani
İmparatorluğu’nun Varisi Olarak Gören Persler, Topraklarının Fethedilmesini Ve
Eski Dinlerinin Yok Edilmesini Hiçbir Zaman Hazmedemedi.
Yaklaşık Çeyrek Asır Önce Bizanslıları Yenebilen Pers – İran – Sasani İmparatorluğu,
Kadisiye Savaşı İle Büyük Bir Hezimete Uğratıldı. Bu Savaşta, Yüz Yirmi Bin
Kişilik Sasani İmparatorluğu Ordusu, Otuz Dört Bin Kişilik İslam Ordusuna
Yenildi. Savaşta Sasani Ordusunu
Kaçmaması İçin Birbirine Zincirlerle Bağlayan İran Kisrası Yezd-İ Cürud, Ne
Kadar Büyük Bir Hata Yaptığını Savaş Başlayınca Anladı. Sasaniler Bu Savaşta
Ağır Yenilgi Aldı. İran Kisrası, Saraylarını İslam Ordusuna Terk Ederek İran
İçlerine Kaçmak Zorunda Kaldı. Hz. Ömer’in Kadisiye Savaşında Elde Ettiği Büyük
Zafer İran’ın Kapılarını Sonuna Kadar İslam Ordularına Açtı.
İslam Âlimlerine Göre Şiilikteki Hz. Ali Sevgisi, Ömer Düşmanlığından
Kaynaklanır. Şiiler, Hz. Ömer’e Lanet Etmek
İçin, Hz. Ali Ve Ehl-İ Beyt Sevgisi İle Kendilerini Kamufle Ederler. Bahane Arayan
Şiiler, Hz. Ömer’in Hz. Ali’nin Halifeliğini Engellediği İddiasını Uydurma
Olaylara Bina Ederler. Daha Da İleri Giderek, Hz. Ömer, Ebubekir Ve Osman’ın Kendi
Konumlarını Güçlendirmek Ve Halife Olabilmek İçin Hz. Muhammed’le Akrabalık
Bağı Kurduklarını İddia Ederler. Şia Bu İddiasıyla, İlk Üç Halifeyi
Sahtekarlıkla Suçlamak Bir Yana, Hz. Muhammed’i
De Öngörüsüz, Kime Kız Verip Kimden Kız Alacağını Bilemeyen Ve Dostu Düşmanı
Ayırt Edemeyen (Haşa) Akılsız Birisi Olarak Gösterir.
Hz. Ömer’in Faziletleri
Hz. Ömer, İslam’a Girmesi İçin Hz. Peygamber’in Hususi Duasına Mazhar Olmuş
Bir Sahabedir. Müslüman Olmasından Sonra Hz. Peygamber’in Namazlarını Açıktan
Kılmaya Başlaması, Hz. Ömer’in İslam Tarihindeki Yerini Göstermektedir.
Büyük Hadis Alimi Tirmizi, Kütüb-İ Sitte’de,
Hz. Peygamber’in Hz. Ömer Hakkındaki “(Eğer) Benden
Sonra Peygamber Gelecek Olsaydı Ömer Olurdu” Hadisini Kaydeder. Son Peygamber, Peygamberimiz
Hz. Muhammed’dir (Sav). Hz. Peygamber’in Hz. Ömer Hakkındaki Bu İltifatı, Onun
İmanını Ve Müslümanlığını Tarif Etmek İçindir.
Hz. Peygamber En Önemli Kararlarında Hz. Ömer’in Görüşüne Başvururdu. Onun İleri
Sürdüğü Görüşler O Kadar İsabetliydi Ki, Bazı Ayetler Onun Daha Önce İşaret
Ettiğine Uygun Olarak Nazil Olurdu. Resulullah Onun Bu Durumunu Şu Hadisiyle
İfade Eder: “Allah, Hakkı Ömer’in Dili Ve Kalbi Üzere Kıldı”[1].
Hz. Ömer’in Fazileti Ve Üstünlüğü Hakkında
Birçok Sahih Hadis Bulunmaktadır. Hz. Ömer Din Konusunda O Denli Tavizsizdi Ki,
Hz. Peygamber “Nefsim Yed-İ Kudretinde Olan Allah’a Yemin Olsun Ki, Şeytan
Sana Bir Yolda Rastlamış Olsa, Mutlaka Yolunu Değiştirirdi” Buyurmuştu. Başka
Bir Rivayette De “Gökte Bir Melek Bulunmasın Ki Ömer’e Saygı Duymasın. Yeryüzünde
İse Bir Şeytan Bulunmasın Ki Ömer’den Kaçmasın” Buyurdu. [2]
Hz. Ömer Yaşadığı Sürece
–Şia Benzeri- Fitne Kapıları Kapalıydı. Hz. Muhammed Bir Defasında Hz. Ömer’i İşaret
Ederek Şöyle Demişti: “Bu Aranızda Bulunduğu Sürece, Sizinle Fitne Arasında
Kuvvetlice Kapanmış Bir Kapı Bulunacaktır.”[3]
Hz. Ali Ve Hz. Ömer’in Dostluğu
; Hz. Ömer, Halife Olduktan Sonra, Devlet İşleriyle Uğraşması Nedeniyle Kendi Geçimini Teminde Zorlanmaktaydı. Hz. Ömer, Ancak Hz. Ali’nin Israrı
Sonucu Kendisine Ve Ailesine Devlet Hazinesinden Asgari Miktarda Maaş
Bağlanmasına Razı Oldu.
Hz. Ali Bir Defasında, Peygamberimizin “Cennet
Ehlinin Kandili Hiç Şüphe Yok Ki Hattab Oğlu Ömer’dir” Dediğini Rivayet Etti. Hz.
Ömer Bunu Duyunca “Ya Ali, Sen Bunu Resulullah’tan Duydun Mu?” Dedi. Hz. Ali İse
“Evet, Duydum” Dedi. Hz. Ömer Bunun Üzerine Hz. Ali’den Yazılı Bir Kâğıt Alarak
“Öldüğüm Zaman Kefenimin İçine Bunu Koyunuz; Ben Rabbime Bununla Kavuşmak
İstiyorum” Dedi.
Hz. Ali Bir Defasında Yemin Ederek Şöyle
Buyurdu: “İslam’da, Ebubekir Ve Ömer’den Daha Temiz Ve Ahlaklı Bir Kimse
Doğmamıştır”. Yine Hz. Ebubekir Ve Ömer Hakkında, “Kim Onlara Uyarsa Kendisini
Sağlama Almış Olur. Kim Onların İzinden Giderse Doğru Yoldadır” Buyurmuştur. Ancak
Ne Yazık Ki, Suiistimal Etmek İçin Hz. Ali’yi Seviyor Gözüken Şiiler, Hz. Ali’nin
Bu Sözleri Korkusundan Dolayı Sahtekârlık (Takiyye) Maksadıyla Söylediğini
Savunurlar.
[1] Tırmizi, Menakıb, 3683 [2] Müslüm,
Be’ul Hak,3120 [3] Buhari, Mevakutu’s Salat 4
Yararlanılan Kaynaklar
Aşağıdaki Şekildedir.
Kaynaklar: İslâm Mezhepleri Tarihi, Ed. Hasan Onat, Sönmez Kutlu, Grafiker Y., Ankara, 2012. -İslam Düşünce Tarihinde Mezhepler,
M. Saffet Sarıkaya, Rağbet Y., İstanbul, 2011.-Başlangıçtan Günümüze İslam Mezhepleri Tarihi, Mustafa
Öz, Ensar Y., İstanbul, 2011.- Mezhepler
Tarihi ve Terimleri Sözlüğü, Mustafa Öz, Ensar Y., İstanbul,
2012.- Mezhepler Tarihi Sözlüğü, Cevad
Meşkûr, Ankara Okulu Y., Ankara, 2011. - Şiî
Fırkalar: Kitâbu'l -Makâlât ve'l-Fırak/Fıraku'ş-Şia, Kummî/Nevbahtî,
Ankara Okulu Y., Ankara, 2004.